Sayfalar

15 Aralık 2013 Pazar

Aşk Oyunları


Serinin adı Buz ve Ateşin Şarkısı ( A Song of Ice and Fire), dizinin ve ilk kitabın adı olmasından mütevellit bilinen diğer adıyla Taht Oyunları (A Game of Thrones).

Adam hiç üşenmemiş yazmış. Beş kitap, 4273 sayfa. Elime sakız gibi yapışan son cilt hariç, uğruna günlerimi gecelerimi verdim, üşenmedim okudum. Türkçe çevirisi beş kitap, dokuz cilt, 5314 sayfa.

Yazmaya da devam ediyor. Sırada iki kitap daha var. Ömrü yeterse bitirecek, ömrümüz yeterse okuyup öğreneceğiz hikayenin sonunu.

Babanın kafa öyle güzel ki sadece kitabı yazmakla da yetinmiyor. Bir de kitaptan çok farklı bir kurguda ilerleyen televizyon dizisinin uyarlamasını yapıyor. Hal böyle olunca sen de ne kastırıyorsun kitabı okumakla, mis gibi dizisi var, uzan koltuğa, geç televizyonun karşısına izle yapamıyorsun. Paralel evrende geçen diziyi keyifle izlesen de o esnada gerçek Yedi Krallık'ta neler olduğunu okumadan duramıyorsun.

Duramıyorsun ama bir yandan mevcut son kitap ha bitti ha bitiyor. Yeni kitap ne zaman çıkar, çıksa Türkçe'ye ne zaman çevrilir bilmiyorsun. Belki de bu yüzden o son kitabı hiç bitirmek istemiyorsun.

Son iki kitabın çıkış tarihlerine ilişkin tüm bu belirsizliğe rağmen serinin finaliyle ilgili, mantarına kuvvet George Baba'ya güveniyorsun. Lakin gel gör bu nesil bir Lost acısı yaşadı. O acı hala tazeyken yüreklerde Westeros'un karlı dağları fare doğurursa ne yaparız düşünmeden de duramıyorsun.

Kaçınılmaz son yaklaşırken, bu kadar uykusuz gece, bu kadar sayfa, bi sürü karakterin, bitmek bilmez entrikaları, bir taht uğruna ya rab ne kelleler gidiyorları sonunda serinin ana fikri ile ilgili çıkardığım bir sonuç da var elbette.

Sevgili anne babalar çocuklarınızı sizin değil, kendi istedikleri kişilerle everin. Sevenleri ayırmayın, uçurtmayı vurmayın. Savaşmayın sevişin. Sanmayın her şey mal mülk her şey para pul. Tahtmış, güçmüş, paraymış hepsi hikaye. Bakın Koskoca Yedi Krallık'ta koca koca lordların, leydilerin bi tanesi de sevdiceğine yar olmamış, olamıyor. Sevdiğine kavuşamayan da veriyor kendini entrikaya, veriyor kılıca. Taht filan değil bu arkadaşım, bildiğin aşk oyunları...

Sonradan edit:

Aha aha bi de böyle bişiy yazmış George R. R. Martin blogunda:

Amazing series. Amazing episode last night. Talk about a gut punch.

Walter White is a bigger monster than anyone in Westeros.


(I need to do something about that)


Ülen ne yapacak ki acaba? Rahmetli Walter White'a da selam olsun bu arada :))

11 Aralık 2013 Çarşamba

Sana Dün Tepeden Baktım Aziz Düsseldorf


Aslına bakarsanız dün bakmadım ama ne yalan söyliyeyim başlık böyle daha havalı geldi. Düsseldorf Burgplatz'daki dönme dolaba, ördeğin dolduruşuna gelerek bindik geçenlerde. "Sen korkmayacak mısın buna binmeye" dediğimde gözlerini kocaman açıp "annecim sen benim uçaktan korktuğumu gördün mü hiç, bundan da korkmam tabii ki de" diye yapıştırdı cevabı velet. Madem öyle dedik bindik biz de gönül rahatlığıyla. Hatta yetmedi ertesi hafta bir de gece nasıl oluyormuş onu deneyimledik.
 .

VIP kabinli bu şukela dönme dolap, nam-ı diğer "Wheel of Vision", ile 55 metre yüksekten şehri kuş bakışı dikizleyebiliyorsunuz. İlk bindiğimizde Weihnachtmarkt henüz başlamamıştı. Kasvetli, sonsuz gri içinde ışıl ışıl yükseliyordu. Weihnachtmarkt'ın kurulmasıyla birlikte ise masalımsı bir atmosfere bürünmüş. 26 Ocak'a kadar buralardaymış kendileri. Hani olur da yolunuz düşerse buralara...

Bir şehrin içinden su geçiyorsa o şehir her türlü güzeldir benim için. Yeter ki şöyle etrafında oturulabilecek, yürünebilecek bi su kıyısı olsun. Düsseldorf da güzel bu yüzden; tüm o puslu, gri havasına rağmen. Weihnachten zamanı daha da bir güzel olmuş. Süsü, püsü pek bir yerinde.



İçimdeki tüm o araştırmacı gazeteci ateşiyle şimdiye dek Essen, Gelsenkirchen, Duisburg, Düsseldorf ve Köln Weihnachtmarkt'larını karış karış dolaşmış bulunmaktayım sevgili okuyucu. Ahhh bi de Glüchwein kokusunun bile bastıramadığı o kötü yemek kokuları olmasa vallahi tadından yenmeyecekler ama o koku var yok mu o koku... Yemekten soğutur, hasta eder adamı...



1 Aralık 2013 Pazar

Nöööööğğğğ


Ben ki bu malzeme yokluğunda azmetmişim de yapmışım o aşureyi…

Tüm iyi niyetimle çalıp da kapını ikram etmek istemişim.

Sen ki en kaba halinle nööööğğğğğ diye böğürüp...

Reddetmişsin be ey zalım Alman komşu…

Merak etme seni zehirlemeyecektim.

Para falan da istemeyecektim, bi karşılığı da yoktu.

Hatta biraz dinleyeydin ne olduğunu anlatacaktım.

Alaydın, yemeyeydin, yine de gönlümü kırmayaydın…

Ben senin kargolarını alırken iyiydi ama…

Bak bakalım bundan sonra alıyor muyum…

Kargonu da, selamını da…


Şaşkın Notu: Aşurenin tarifi Portakal Ağacı'ndan. Kendisine bu güzel tarif için teşekkürü bir borç bilirim. Bu ikinci aşure yapışım ve her ikisinde de bu güzel tarifi kullandım.

9 Kasım 2013 Cumartesi

Gün olur bir zeplin geçer üzerinden


Almanya’da, zamanın durduğu bir şehirdeyim. 1950’li yıllardan kalma bir fonda ağır çekim ilerleyen bir hayat. Kimsenin hiç bir şeye acelesi yok. Olmasına gerek de yok.

Hızlı, hem de bir çita kadar hızlı olman gereken tek bir yer var: Hauptbahnhof’daki Lidl’ın kasası. Sıkıyorsa olma. Sonuçta burası koca şehirde pazar günleri açık olan tek market. Almanya'ya ilk defa gelmiş birini, bir pazar akşamı sok içeriye ülkede tufan olmuş ya da oldu olacak, insanlar marketi yağmalıyor diye düşünebilir rahatça. O yüzden ki burada hız demek pazar günü eve ekmek götürebilmek olduğu kadar kasadaki asabi "pazar günü herkes yan gelip yatarken benim burada ne işim var" teyzelerinden azar işitmeden alışverişini tamamlamak demek. İşte böyle dostum; Almanya'da cumartesi almadığın hurmalar pazar bir tarafını tırmalar…

Bir şehrin üzerinden uçak geçer, kuş geçer, ne bileyim en fazla turistik balon geçer. Burada ise zeplin geçiyor misal. Köşeden de Indiana Jones çıkıp koşmaya başlasa şaşırmaz, yadırgamazsın.

Posta kutusundan faturadan çok üzeri pullu mektuplar, tebrik kartları çıkıyor. Herşey yazılı çizili, ıslak imzalı olmalı. Doğum günü ya da evde yenilecek bir yemek daveti bile bir kartla mühürlenmeli. Hepsini geçtim bir bankadan el yazısıyla yazılmış, pullanmış "kardeş size kredi verelim ister misiniz?" mektubu aldık bir keresinde daha ne diyeyim.

İnternet bağlatmak mı istiyorsun evine üç haftadan önce zor dostum zor. Bu sürede bağlanırsa da şans üzerindeyken doğmuşsun belli ki. Ama biliyorum bunların arkasında hep Deutsche Post'u Koruma ve Kollama Gizli Cemiyeti'nin faaliyetleri var. Nayııır bir telefonla internete bağlanmak mı, nolaamaaaz. Bol bol mektuplaşmanız lazım ki Deutsche Postum çok yaşasın. Sana önce bir form postalayacağız, onu doldurup bize göndereceksin, sonra biz de onu imzalayıp sana geri göndereceğiz. Arada başka yazışmalarımız da olabilir bilahare iletirim. Bu arada bol bol terminleşeceğiz, sen değil ama ben terminlerimi kafama göre iptal edebilirim niye diye sormayacaksın, zaten sorsan da cevaplamam. Müşteri memnuniyeti kavramı iki binli yıllara ait, biz o konuyu daha işlemedik. Ben firmayım sen de bana muhtaçsın istediğimi yaparım, kafama göre takılırım.

Türkiye'de bürokrasi çok diyenin ağzına terlikle vururum, buyursunlar buraya gelsinler işi erbabından öğrensinler. Adamlar Almanca kursunda bile önce form doldurmayı, mektup yazmayı öğretiyorlar. Frau Şaşkın komşuna çiçeklerini sulamasını rica eden bir mektup yazınız, bitte. Abi neden mektup yazıyorum komşuma, çalsam kapısını söylesem olmaz mı? Neiiin Frau Şaşkın neiiin... Ya komşun hangi çiçeğe kaç ml su vermesi gerektiğini unutursa ve çiçekleri yanlış sularsa, döndüğünde çiçeklerin bozulmuş olursa ve sen onu mahkemeye verirsen? Tamam bitte, tamam yazıyorum, hatta postaneye gidip oradan postalıyorum Deutsche Postum çok yaşa.

Günler ağır ağır akarken burda, içimdeki İstanbullu kendi temposunu bulduruyor eninde sonunda. O sürekli bir şeylere yetişme hali öyle derin işlemiş ki bünyeye duramıyorum. Kendimi kendime has bir koşuşturmacanın içine sokmayı itina ile başarıyorum. Ama tüm yorgunluğa rağmen de hissediyorum, yaşıyorum...











2 Kasım 2013 Cumartesi

Bakımsız Kadın Yoktur, Az Çalışan Kuaför Vardır


Yolu sevgiden, eşten, işten, güçten geçip de kendini bi şekil Almanya'da bulan bir Türk kadını için memleket hasretinin hıçkırıklar eşliğinde tavan yaptığı nokta saçının dibi geldiği andır pek sevgili okuyucu.
Alman kadınları neden bu kadar bakımsız, o saçlarının hali ne, ya o bıyıklara ne de demeli? Bildiğin sırma bıyıklı, yandan tıraşlı ya da Modern Talking çok yaşa saçlı kadınları gördükçe düşünür durdur ki cevabı meğer kuaförlerde gizliymiş.

Sabah onda açıp altı buçukta (hele hele cumartesileri iki buçukta) kapatan kuaför mü olurmuş deme oluyormuş. Bak hele bu fotoğraftaki kuaför pazartesileri de saat üçte açıyor. Adamlar bildiğin çalışmıyor, kuaförlüğü hobi olarak yapıyorlar. Bu şartlarda garibim Alman kadını ne zaman, nasıl gitsin kuaföre arkadaş.

Hadi diyelim çalışma gün ve saatleri engelini aştı bu defa da sırada Alman disiplininin alameti farikası "Termin" yani randevu almayı başarmak var ki çalışma saatleri düşünüldüğünde haftalık randevu sayısının pek de fazla olmayacağı aşikar.

Termin almayı da başardın diyelim 15 Euro bir föne verdikten sonra var ya bir hafta o saçı yıkamaya kıyamazsın. Saçları yandan kazıt çık modelinin bu kadar revaçta olması anlaşılır gelmeye de başlıyor bu noktada.

Geçenlerde burada ilk kuaför deneyimimi yaşadım ben de. Malum Almanca düzeyi A1 seviyesinden hallice, bu yüzden Türk olsun bizim olsun dedim eve yakın, isimleri Türk ismi olan iki kuaförden birine daldım. Bu kuaför biraz kalbur üstü çıktı. Resepsiyonu falan vardı. Kuaför Alman'dı ama karşılamayı yapan kız Türk çıktı da konuşma anlamlı bir şekilde devam edebildi. Gerçi fazla da uzun sürmedi çünkü kız kara kaplı defteri açıp olası "termin" zamanlarına bakmaya başladı. Verdiği fiyat da tuzlu olunca ben bir kartınızı alayım diyip olay mahalinden hızlıca topukladım.

Hemen karşıya geçip bir diğerinde şansımı denemeye karar verdim. Dışardan gördüğüm kadarıyla içeride sadece iki kadın vardı ve sohbet ediyorlardı. Tabii ki bu "termin" cennetinde bu hiç bir şeyin teminatı olamazdı ama hadi hayırlısı dedim daldım içeri. "Türkçe konuşuyorsunuz değil mi?" dedim en acıklı tonda. "Ablam bilmiyor musun gel, gel" dedi en Hürrem tonda. Sonrası boyar mısın hemen, boyarım; kaça, 19'a; aman ne güzel hadi yapalım. "Yalnız fönünü kendin çekeceksin abla o fiyata dahil değil" dedi. "Yok fön istemiyorum zaten, onu yarın çektireceğim" dedim.

Saç boyandı, iki muhabbetin beli kırıldı. Türkiye'de olsa minimum 6 kişinin çalışacağı boyutta bir salonda tek başına çalışıyordu. Burada salonlar aynı zamanda unisex, arada yaşlı bir amca geldi onun saçını da şip şak kesti gönderdi. Saçım yıkandıktan sonra bir Türk kadınının aklının kolay kolay almayacağı kozmik olay gerçekleşti. Saçımın kurutulmasını beklerken kız kurutma makinesini elime tutuşturdu "al abla çek fönünü" dedi. Bi fiyat bu kadar mı çıplak olur arkadaş, kurutmadı bile saçımı. Bi an yandan kazıt çık modeli anlaşılır olmayı geçti cazip falan görünmeye başladı.

Gelmeden saçları kısalttığıma şükrettim. Hadi benim kıl kuyruk, uyuz iki tel saçım var; uzun, uzun saçları kimi ütülü, kimi maşalı Türk kızı buralara gelse ne eder düşünmeden, memleketteki cefakar kuaförlerimizi anmadan duramadım.

Buralarda güzellik fazla lüks a dostlar. Siz siz olun kuaförlerinizin kıymetini bilin, bahşişlerini eksik etmeyin.


20 Ekim 2013 Pazar

Pabuç


Pek hürmetli erkek okuyucu;

Lütfen eşinle alışveriş yapmaktan şikayet etme bir de kızınla (sende yoksa konu komşu, akraba kızı da olur) dene. Dönüşte karının boynunda hıçkırıklara boğulabilirsin seninle alışverişe çıkmaya razıyım diye.

Kız çocukla alışveriş deneyini gerçekleştirecek cesur beyler için tavsiyemiz işe giysi alışverişi ile başlamaları. Hatta bir iki t-shirt, belki bir sweatshirt. Elbise, etek... Yoo dostum hele orada bir dur soluklan bakalım. Eteği dönen elbise tabirini, elbisenin baskısındaki elemanın surat ifadesini analiz etmeyi öğren önce. Maazallah o baskıdaki kızın suratı asık olur, ayıcık kötü kötü bakıyordur neme lazım, al sonra başına belayı.

Bu basamağı başarıyla tamamlayabildiysen eğer işin şahikasına hoş geldin. Eşinin ayakkabı sevdasından şikayetçi misin? Bir de kızını dene! İşte bu yüzden dostum; mevzu bahis ayakkabı alışverişi ise eğer, yanına bir Xanax, bilemedin Passiflora falan almayı sakın unutma. Zira bu maceranın bir numaralı olmazsa olmazı sabır olduğundan tükendiği noktada tarafların ruh ve beden sağlığı açısından ihtiyacın olabilir.
 
"Pembe olsun, olmazsa mor da olabilir, üzerinde Pamuk Prenses olsun" ile başlar mesela süreç. Gel gör pembeler ayağını acıtır, morların hiç birini beğenmez, bu rengi istemem der. "Hani mor olabilirdi" dersin "hayır mor değil kırmızı olabilir" der. Kırmızı bulursun ayakkabı yamuk basıyordur (ayakkabının nasıl yamuk bastığını kendi ruh sağlığın için lütfen sorgulama, eğ başını önüne, kabullen). 

Üzerinde Pamuk Prenses ve hatta yanında Sindirella olanı (evet dostum bunu bile yapmışlar) bulursun tamam dersin bu defa oldu ama sonuçta onu da göz yaşları içinde rafına bırakmak zorunda kalırsın ya rengi olmamıştır ya ayağını sıkar. Sen kışlık bot almaya çıkmışsındır ama onun gözü hep yanar dönerli, simli, parıltılı spor ayakkabılarda, yazlık sandaletlerdedir.

Günün sonunda rüküşlük abidesi bir çift pabuca planladığının iki ya da üç katı bir para ödeyip, sinir krizinin eşiğinde eve dönme riski de cabası.

Bu anadan kıza geçen sonsuz genetik bir döngü dostum. O yüzden yüzleş, kabullen ve kurcalama fazla. Dedim ya Xanax, Passiflora vb. bilim dünyasının sizlere bugünler için bir hediyesi.

İmza: Mağaza mağaza dolaşıp 4 yaşında velede (ve hatta iki ve üç yaşındayken bile) pabuç beğendiremeyen kız anası.
 
Dip not: Evet dostum biliyorum o baş belası bir zamanlar bendim. Annem artık ne çektiyse bu da bana faiziyle gelmiş.

Dibin dibi not: Allaha şükür bu defa insan içine rahatça çıkabileceğimiz bir çift pabuç almayı başarabildik.

En dip not: Fiyatı konusunda konuşmak istemiyorum :((



 

23 Eylül 2013 Pazartesi

Seçim


Dün Almanya'da genel seçimler yapıldı. Almanya fakir bir ülke olduğu için böyle sessiz sedasız, usulca yapıldı ve bitti her şey. Sokak lambalarına asılı bir kaç poster, bir kaç billboard, haftada bir semt pazarının girişinde kurulmuş bir kaç stand topu topu. Sağda solda denk gelmesen haberin bile olmayacak.

Dedim, ya fakir bu Almanlar, çok yazık. Böyle kuru kuru seçim nerde görülmüş. Nerde bizdeki o heybetli bayraklar, bangır bangır geçen seçim konvoyları, yüklü miting harcamaları, ufak tefek erzaktan başlayıp beyaz eşyaya uzanan cömert seçim yardımları. Peheeey. Pazar yerinde Ördeğe jelibon veren parti kıyısından köşesinden meclise girmiş, balon veren ise ana muhalefette yerini korumuş. Birinci gelen Angela Yengenin partisi birinciliği çoktan garantilemiş belli ki bir bonbonunu bile göremedik.

Zaten Korsan diye partisi olan bir ülkeden ne beklersin. Siyaset dediğin ciddi iştir, öyle zibidiliğin lüzumu yok. Hele sessiz, sedasız hiç olmaz. Esip gürleyeceksin, kodun mu oturtacaksın. Gelsinler hele balık tutmaya başlamadan önce işi ustasından öğrensinler.

Ya Alman seçmene ne demeli? "Kafası kıyak Başbagan istemezük" dememişler oyları üçüncü defa, hem de daha çok, tek eliyle Oktoberfest birasını kafasına dikebilen kahkülünü sevdiceğim Angela Yengeye vermişler. Hem garı, hem bira içiyo töbe töbee...

Oktoberfest demişken... O da geçtiğimiz cumartesi yani seçimden bir gün önce başladı. Etkisinin seçimlerden fazla olduğu da malum.

Özetle; Almanya seçimleri bitti darısı başımıza. Biranız soğuk, keyfiniz bol olsun.


12 Eylül 2013 Perşembe

Göçebe


Kırkına ramak kalmış şu ömrüm hiç bir şeyle değil taşınmakla geçti sevgili okur. Şu dünyaya geldim geleli yaşadığım iki ülke, beş güzide şehirde oturduğum evlerin sayısı on dört olmuş. Her yaz başı pılımızı pırtımızı toplayıp memlekete döndüğümüz sonbaharda aynı pılı pırtıyı tekrar geri getirdiğimiz beş yıllık yurt hayatını, orda burda yancı kaldığım zamanları ya da taşınma eylemine fiziksel olarak katılmakla birlikte içinde düzenli olarak yaşamadığım Valide Sultan'ın müstesna bir takım evlerini ise hiç hesaba katmıyorum.

Sanki biri "göç ya kulum" demiş kulağıma bir evden ötekine, bir şehirden diğerine dolanıp duruyorum. İşin ilginç yanı nasıl bir kanıksamaysa artık yarın "hadi taşınıyoruz" deseler "yine mi değil", "ne zaman" diyecek kadar da sıradan bir durum bu benim için. Kocasını bile lojistik sektöründen bulmuş insanım yahu ötesi mi var?

Yoktum buralarda epeydir. Hatta sözüm ona kapatıp da gittiydim, bir daha gelmeyecektim, olur da gelirsem geldiğim yer burası olmayacaktı. Yine bir taşınmanın eşiğindeydim. Bu sefer sınırları da aşacaktım. Bilinmeze yol alacaktım. Zaten Şaşkın Kova'nın Seyir Defteri görevini tamamlamıştı. Falandı filandı.

Geçen yıl, tam da Maya Takviminin sonu 21 Aralıkta başladı Ördek'le Almanya maceramız. Bu arada yeni evimize yerleştik, yeni şehrimizi ve çevresini keşfettik. Dokuz aya bir hastalık, iki Türkiye seyahati sığdırdık. Sonunda Eylül geldi, Ördek anaokuluna başladı. Her şeyi zihnime yazmaktan benim kafada yer kalmamıştı. Hazır ortam da artık müsaitti. "Göç başlasın ya kulum" dedi bir ses kulağıma. 

Oturdum bilgisayarın başına. Yeni bir alan adı alayım, her şeye sıfırdan başlayayım falan derken yapamadım. Burada yerleşmiştim, küçük kökler salmıştım, konum komşum vardı. Bura bari "constant"ım olaydı.

Sonuçta, canı sıkılan ev kadını modeli, ev olmadı bari yerine mobilyaların yerini değiştireyim dedim. Bir kaç dokunuş ve isim değişikliği ile Şaşkın Kova'nın Seyir Defteri gitti, Göçebe Günlük geldi.
Diyeceğim o ki ben yine buralardayım. Konu komşuyu çaya, kahveye beklerim :))

31 Mayıs 2013 Cuma

Ağacıma Dokunma


"Kapattım gitti" dedim. "Belli mi olur belki bir gün başka bir yerde" dedim. Günler, aylar geçti o başka yeri bir türlü olduramadım. Zaten tek bir korsan yayın hariç hiç de yazmadım, yazamadım. Sarı damarımdan sebep yine dönmezdim sözümden de konu bu konu olunca duramadım. Öyle ya söz uçar, yazı kalır, beşer unutursa da Google hatırlatır. Kimine göre "tinerci yuvası, alt tarafı bir park" için günlerdir nöbet tutan, gaz yiyen, şiddet gören ama yine de vazgeçmeyen güzel insanlarımız için tarihe ne kadar çok not atarsak o haklı ve güzel direnişleri de o kadar taşınır geleceğe.

Almanya'da yaşadığım şehrin orta yerindeki sıradan bir çocuk parkındaki ağaçta bir sincap gördüm geçenlerde. Bir Alman için belki sıradan olan bir şey beni o gün bir çocuk gibi heyecanlandırdı. Ağaçtaki bir sincabı en son çocukken Emirgan Korusunda görmüştüm ben. Bir diğer parkta Hıdırellez pikniği yaptık kızımla; mayosunu giymiş sere serpe cılız bir güneşin keyfini çıkaran da, işini parka taşıyan da, ağaç gölgesinde kitabını okuyan da vardı etrafımızda. Gel gör orada, İstanbul'un bir ilçesi büyüklüğünde bir şehirde, o park senin bu park benim dolaşırken bir kaç gün sonra Türkiye'ye geldiğimizde devlet eliyle ağaç katliamına şahit olacakmışız.

Bir devlet ki bir şehrin, İstanbul'un, kalbindeki ağaçları katledip kışla görünümlü AVM yapma derdine düşmüş.

Bir devlet ki "parkıma dokunma, ağacıma kıyma" diyen vatandaşına acımasızca saldırıyor. Bir ağacın gölgesinin, griye bulanmış bir şehrin içinde ender kalmış yeşilinin derdine düşmüş vatandaşını gaza buluyor, copluyor yetmiyor yakıp yıkıyor.

En tepedekiler bıyık altından gülüp hiç sesini çıkarmıyor. Çıkardığında da "çatlasanız da patlasanız da ben dediğimi yaparım" diyor başka da bir şey demiyor.


Sağı, solu, askeri, polisi, şusu busu bu topraklarda hiç değişmiyor, bu ülkenin başına geçenler hiç bir zaman vatandaşını sevmiyor. Zaten hiç biri halkı "vatandaş" olsun istemiyor. "Kul" olsun "köle" olsun yeter ki onların dediği olsun. Onlar bizim için düşünür, en doğrusunu da onlar bilir.

Şehir dediğin yerde ağaç da ne oluyormuş. Ağaç görmek istiyorsan ormana, hayvan görmek istiyorsan hayvanat bahçesine git. AVM'de bir cafe sandalyesi, şemsiye gölgesi neyine yetmiyor. Zaten senin derdin park, ağaç falan değil yerli yersiz muhalefet etmek. Yoksa aklı başında hangi insan benim kararıma karşı çıksın. İşiniz gücünüz muhalefet etmek. Dur dur en güzelini sona sakladım. Gidiyor muydunuz sanki o parka da yıktırmam diyorsun, tinerci doluydu orası tinerci.

Zaten bir avuç kalmış yeşilimizi, korumaya çalışana işkence ederek, zorbalıkla yok ediyorlar. Yeni taş bloklar için nefesimizi çalıyorlar. Tıpkı köprü inşa etmek için İstanbul'un bir diğer köşesindeki ciğerini söküp atacakları gibi.

Bilmedikleri ya da bilip de umursamadıkları insanoğlunun unuttuğunu doğanın asla unutmayacağı, gün gelip doğal bir felaket olup bunun acısını ille ki çıkaracağı. Yine bilmedikleri ya da bilip de umursamadıkları, vatandaşın her itirazının ille ki ideolojik olmayabileceği. Ağacı kesen el sağ da olsa sol da olsa önüm de olsa arkam da yine tek yürek olurdu o insanlar orada.

Dileğim bu onurlu direniş de sizin barbarlığınız da hiç bir zaman unutulmasın. O ağaçları katlederek, o güzel insanları darp ederek o lanetli binayı belki dikeceksiniz oraya ama Pirus Zaferiniz olur da hayrını görmezsiniz inşallah.






Etiketler

#100.Yıl #29Ekim (1) #ağacımadokunma (1) #AilemizinGurusu (1) #anılar (7) #ArtRecreation (1) #ayrıyazılır (1) #bavulculuk (2) #benimadam (2) #BigSis (1) #bing #ai (1) #Caillou (1) #canımbabam (1) #coronatürmort (1) #Covid19Günceleri (3) #Dark (2) #dikkateksikliğisendromu (4) #doğruyazınkardeeeşim (1) #doğumgünü (3) #GameofThrones (4) #GeorgeR.R.Martin (5) #göçebe (6) #göçmenkadınlar (1) #gurbetçilik (7) #hemşire (1) #hemşirelik (6) #Hıdırellez (2) #içindenalmanyageçenyazılar (5) #İçindenAlmanyageçenyazılar (3) #içindenciddiyetgeçenyazılar (18) #içindenfilmgeçenyazılar (2) #içindenhüzüngeçenyazılar (1) #içindenistanbulgeçenyazılar (4) #içindenizmirgeçenyazılar (7) #İçindenMatrixGeçenyazılar (14) #içindenmizahgeçenyazılar (69) #içindenmutlulukgeçenyazılar (6) #içindenromanyageçenyazılar (2) #içindenşarkısözügeçenyazılar (31) #içindenşiirgeçenyazılar (17) #ileridönüşüm (2) #kafamaneredenesersekuşağı (5) #karantinahalleri (3) #Kayu (1) #kedigünlükleri (4) #kendimenotlar (8) #kim-olduğunu-bilirsin-sen (5) #küçükbirader (2) #küçükergen (9) #küçükkankam (7) #küçükördek (20) #lakap (1) #lost (1) #Marduk (2) #mercekbulut (1) #mim (10) #mindfulness (1) #mutluluk (2) #mylittlefeltstuff (4) #özürdilerimsezenaksu (1) #RIP (11) #seçmesaçmalar (1) #sevgiligünlük (1) #sevgililergünü (2) #SeziKalkavan (1) #soneryalçınlütfenbanakızma (1) #sonhavabükücü (2) #sonsuztemizlikdöngüsü (5) #şaşkın (41) #ŞaşkınınADHDGünlüğü (7) #ŞaşkınınAÖFmaceraları (10) #ŞaşkınınBayramÇelıncı (4) #şaşkınınsevgililergünüdileği (3) #şaşkınjunior (1) #şaşkınmutfakta (6) #tatil (1) #telekom (1) #uykusuzluk (1) #ValideSultan (18) #vallahidebunlarhepmizah (1) #yapayzeka (1) ArtRecreation (1)