Sayfalar

31 Temmuz 2023 Pazartesi

Geçip Giden Zamanları...


Zaman ve beden algısı nicedir ara ara kafamı bırkalayan konulardan biri. O ne ola ki derseniz: insanın kendini küçükken büyük, büyüdüğünde küçük, küçükken kendinden büyükleri çok büyük, büyüdüğünde kendinden küçükleri kendine akran görmesi fenomeni diyebilirim kısaca. Epeydir çeşitli vesilelerle yazmak istediğim konulardan biriydi de Netflix'de yayınlanan Wham! belgeseli ve izlerken bende bıraktığı duygular oldu sonunda yazdıran. 

Andrew Ridgeley ve George Michael'dan oluşan Wham! grubu 80'ler Türkiye'sinin şartlarında ne kadar popüler olabilirse o kadar popülerdi ama yabancı pop müziği biraz Sezer Cumhur Önal'dan, biraz Blue Jean dergisinden, biraz da iki kanallı Yunan televizyonundan takip eden bizlerin gönlünde yeri büyüktü. Komşu kızı H. pek çokları gibi Georgecuydu da doğuştan muhalefet ben aynı doğum gününü paylaştığımız Andyci. Dergileri ve kasetleri H. alır, o okuyup dinledikten sonra sıra bize gelirdi.

Annelerimizin kuşağı için Beatles'ın, çocuklarımızınki için One Direction'ın dağılması gibi bir şeydi biz kendilerini tam keşfetmişken dağılıvermesi. Double kaset olarak çıkan o efsane son albümleri The Final'ı, dağılmanın asılsız bir söylentiden ibaret olmasını umarak, buruk bir heyecanla beklemiştik.

Zihnimde o günlerin yansımasında bir geç kız var, George ve Andy de yaşını başını almış yetişkin erkekler.  İşin şaşırtıcı gerçeğini ise belgesel çarpıyor bir anda yüzüme. The Final albümünün çıkış tarihi 1986. Şaşkın henüz 12 yaşında bir ergen adayı, yüzlerinde ergenlik sivilceleriyle George ve Andy ise topu topu 23 yaşındalar. Bir yıl sonra, George Michael kişisel tarihime satın aldığım ilk albüm olarak giren,  Faith'i çıkardığında yaşım benim Küçük Ergen'le bir, George'unki ise yeğenimle. Bir onların bugünkü hallerine bakıyorum, bir de zihnimdeki ergen Şaşkın ve George'a. Birşeyler oturmuyor yerine.

İlerleyen yıllarda George'un dolaptan çıkması annelerimiz için Rock Hudson, bir sonraki nesil için Ricky Martin benzeri bir şok dalgası yaratsa da bünyemizde, romantik şarkıların prensi olarak yerini korumuştu gönlümüzde. Ve 2016'da, şu anki yaşımdan sadece 4 yaş büyük olarak, veda edip gitti bizlere. Ölüm haberini alışım dün gibi aklımda. Bir twit bırakıyorum dünün Twitter'ı bugünün X'ine. George artık hep 53 yaşında, ben ise bir ay sonra 43. Halbuki 60'larının ortasındaymış gibi düşünmüşüm niyeyse. Birşeyler hala oturmuyor yerine.



Bundan yaklaşık bir on sene kadar önce, Valide Sultanla genç kızlık kankisi, nurlarda uyusun sevgili G. Teyze bir kapı önü sohbetlerinde, kıkırdayarak bir maceralarını anmışlardı "yaşlanınca torunlara anlatırız" diyerek. "Geldiniz yetmiş yaşınıza yahu, daha ne zaman yaşlanacaksınız?" demiştim en küstah, en patavatsız halimle. "Terbiyesiz, genciz biz daha" diye yapıştırıvermişti cevabı Valide Sultan. Bugün 80 yaşında onun yine aynı cevabı verme ve biz çocukları için de ne yalan söyleyeyim arada kendisini 20-30 yaş genç sanma potansiyeli var.

Bir dönüp üniversiteden yeni mezun olmuş, kendini bir şey sanan 21 yaşındaki Şaşkın'a bakıyorum. Bir de dönüp 24-25 yaşında daha çalışmaya yeni başlamış günümüz gençlerine. Diyorum en fazla bunların lacivertiymişsin işte, ama gel gör yaşanırken hiç öyle değil.

Küçük Ergen diyor ki "ha 49 ha 50, yarı yüz. Yaşlısın işte." Onun yaşlarındayken en fazla 30'ların sonlarında olan teyzelerimi nasıl da kocaman gördüğümü hatırlıyorum. Ben onların yanında neredeyse anane kalıyorum şu yaşımda.

Sevgili Komşu Günün Çorbası sormuş "yaşlandığını nasıl anlarsın" diye bak burada ve bu yorum bırakmışım altına:

"Shot bardaklarını evdeki velede rafadan yumurtalık olarak kullanmaya başladığım gündü sanırım sorunun cevabı bende. Ve evet, orta yaşlıdan hallice anne olanlar sınıfındanım. Yoksa o üzerime annelik olgunluğunun çöktüğü gündü de, uzun zamandır ortada bir shot bardağı bile olmadığı gerçeğine aymam mıydı tam olarak? :))

Bi de bunun iş versiyonu var ki sanki o daha bi acıklı. Yeni işe başlamışsın, ofisin taze çiçeği olduğun günler daha dün gibi, bi enerji dalıyorsun ortama. Mesai arkadaşlarının doğum tarihleri boomerlık level'ını belirleyene dek. Sonrası gençliğine saygı duruşu, yaşlılığın milli marşı Batsın Bu Dünya, kapanış. :))"

Anlamışım gibi bilmiş bilmiş yazmışım ama gerçekten anlayıp anlamadığım ya da hissedip hissetmediğim aslında şüpheli. Vücudumu hala 30 yaşımdaymış gibi sanarak hırpaladığım, beklentimi karşılayamadığı noktalarda aslını kabullenemeyişim şahit. 

Küçükken büyük, büyükken küçük hissettiğim
geçip giden zamanları bir yerlerde bulsam...
Sonra üzülsem, üzüldüğüme üzülsem
göz yaşıma dalıp dalıp gençliğimi hatırlarım... 


18 Temmuz 2023 Salı

Şaşkınca Aforizma

Bugüne, bitmeden söyleyeceğim tek bir sözüm var:

"Hiç kimse, hiçbir şeyi yapmasaydı, herkes çok mutlu olurdu."

-Şaşkın

Hadi bakalım size aforizma da yazdım, bıraktım buraya. Dileyen dilediği gibi yorumlamakta serbest.


16 Temmuz 2023 Pazar

Matrix Şansını Zorluyordu, Şaşkın Boyun Eğmiyordu

Sakin, ziyadesiyle tembel bir pazar günü. Sıcak, çok sıcak, daha da sıcak olacak diyorlar. Sıcak bir yandan Köpük'ün ısrarla hadi kalk da benimle ilgilen miyavlaması bir yandan, erkenden uyanıyorum. "Maman da var, suyun da, e öyleyse niye maaav" ünlemem koridorun tam olarak enine boyuna paralel ortasındaki sürprizle sona eriyor. Bir pazar sabahına kedi def'i haceti ile gözünü açmak gibisi yok ne de olsa. Olayın faili içlerinden hangisi bilemesem de savcısı Köpük Hanım bir an önce temizlemem konusunda ısrarcı. Ortalıkta görünmemeye çalışan Yuki Oğlan olağan şüpheli olarak kayıtlara geçiyor. İkisi de yapmaz normalde böyle şeyler ama akşam stres olmuştu yavrucaklar diyorum, hem yeri hem de tuvaletlerini güzelce temizliyorum.

Küçük Ergen, ergen saatiyle erkene tekabül eden bir saatte kalkıp Büyütannesine kahvaltıya gidiyor. Sözünü tuttuğu için gururlu bir teşekkür yolluyorum kendisine. Biz geride kalanlar evde kendimize serin bir köşe arıyoruz yayılacak ama nafile. Zaten mekan seçeneklerimiz de bir gece önce yaşadığımız macera sonrası yatak odasıyla kısıtlı.

Gece sıcaktan ter içinde, per perişan otururken uyduruk bir film eşliğinde; küçücük bir esintiden medet umduğumuz açık balkon kapısından minnak bir yarasa dalıveriyor bir anda içeri. Yarasa şaşkın, kediler şaşkın, ben hepten Şaşkın. Yarasa dönüp duruyor çılgınca salonunun ortasında ama bir türlü yolunu çıkış bulamıyor. Kediler önce avcı modlarını aktive edip hayvancağızı yakalamaya çalışıyorlar, sonra ikisi de bu tekinsiz davetsiz misafirden tırsıp bir köşeye siniyorlar. Bense ne yarasayı çıkarabiliyorum dışarı ne de kedileri. O hengamede birden gözden kayboluyor yarasa. 

Seneler evvel, hem de karnım burnumda hamileyken, benzer yaşanmışlıklarım var. Valide Sultan'la salonda oturuyoruz, doğuma az kalmış. Dalıveriyor bir cengaver içeri. Hamileyken kadınların kafası bi başka çalışıyor. Ya çocukla beraber kuduz olursak diye alıyor beni bir telaş. Kendimi yatak odasına kapatıyorum. Bir süre sonra Valide Sultan çağırıyor "çıktı, gel hadi" diyerek. İnanıp gidiyorum da başında oturduğum bilgisayar masasının arkasından, saklandığı yerden çıkıveriyor bizimki aniden. Apartman görevlimiz Super Mario Ahmet Abi, bir koşu gelip kurtarıcım oluyor eksik olmasın sonra.  

Daha günün sabahı haber okumuşum "AB'den kuş gribi uyarısı: kedileri, köpekleri dışarı salmayın" diye. Tecrübe de böyle olunca, önce kedileri çıkarıyorum salondan, sonra salonun her yerini iyice kontrol ediyorum, en nihayetinde de saklandıysa bir yere diye imtina ile salonun kapısını kapatıp çıkıyorum dışarı. Bir pırpır sesi duysam geri gidip olaya müdahale edeceğim ama odaya gidince uyku ağır basıyor. Sabah ola hayrola...

"Eğer çıkmadıysa geceyi beklemen gerek" diyor, sabah durumu anlattığım hemşirem. Gotham'ı keşfe çıkmış Batman gibi kendisini göstermesini bekleyeceğiz madem, oturup odada blog yazayım diyorum. Kafamda günlerdir cümle cümle demlenen bir konu var yazmak istediğim. Bloga girince gözüm komşulara kayıyor önce. Oku, yorum yaz derken dağılıyorum yine. Araya reklam alıp, kendimi mutfakta buluyorum bir anda. Bir hafta olmuş patlıcanları alalı bozuldu bozulacaklar, kapya biberler de keza öyle. İki domatesle birlikte fırına közlenmeye atıyor, sonra da salça ve baharat ilaveli ezme bir sos haline getiriyorum kendilerini. Akşam için difrizden çıkardığım kanatları marine etmek için sos hazırlıyorum arkasından. Terbiyeli tavuk restoranının acı sosunu da katar iken içine, paketi sıyırmak için parmaklamasaydım iyiydi diye içleniyorum yana yakıla. Baktım zaten yanıyor parmacıklarım, yoğuruveriyorum şöyle güzelcene kanatları sos ile. 

Cıkcıklama hemen lütfen hijyen teyze, 
Ellerim tertemiz. 
Bilimsel ispatını ne güzel anlatmış 
Nazan Hoca burada gel izleyelim 
Boldur laktobasillus bakterilerim benim
Lezzeti burdan gelir yemeklerimin 
Ben değil bilim söylüyor şekerim :)


Bir sos, bir tavuk soslama ve bir abuk şiir sonrası bir görevi daha başarmanın mutluluğu ve gururuyla blogun başına dönüyorum.

Konu başkasına evrilmiş çoktan. Diğerini taslaklara kaydet, buradan devam derken telefon geliyor tanımadığım bir numaradan.  Numara tanıdık değil ama arayan çok bi tanıdık. "Anne ben telefonumun pin kodunu kilitledim; merak etme yoldayım, geliyorum" diyor, otobüsteki birinden ödünç istediği telefondan benim Küçük Ergen pür telaş. Çok geçmeden geliyor da. 

Canı sıkılan ergen telefonunun şifresiyle oynarmış misali; bunu da gece gece birşey dürtmüş, ben yarasa kovalar iken o da şifresini değiştirmiş. Sonra da ne yaptığını unutmuş. Telefon da her nasılsa biyometrik girişi bloke edip şifre de şifre diye tutturmuş. Sim kodunu bloke etmiş olsa puk kodu var ama telefonun kodunu mümkünatı yok bulup da açamıyoruz. Samsung hesabına ulaşıp yapmayı deniyoruz iki korumalı giriş eski Romanya hattına mesaj atıyor. Samsung tabletinden hesaba erişmeye çalışıyoruz, tablet açılmıyor. Google hesabından telefonumu bul uygulaması üzerinden deniyoruz, telefonu buluyor ama blokeyi kaldırmıyor. Yaklaşık bir saatin sonunda pes ediyor ve yine Google üzerinden fabrika ayarlarına getirmek suretiyle telefonu yeni doğmuş bir bebek gibi açmayı başarıyoruz. 

Telefon pin kodu muharebesi sürerken iki arada bi derede fırına attığım kanatlar, patates eşliğinde pişiyor bu arada. Yarasa içerideyse bile gündüz gözüyle çıkmaz diye kendimizi ikna edip, Gossip Girl eşliğinde yemeği indiriyoruz mideye. Kedileri ne olur diye salona almayıp koridora sürgün bırakıyoruz.

Yemek sonrası Küçük Ergen'in ertesi sabah tekrar kaybolmaması için antremana gideceği okula keşif turuna çıkıyoruz. Giderken ben, dönüşte o yürüyelim diye ısrar ediyoruz. Nefes nefese çıkarken yokuşu, yürüme fikrini ilk ortaya atan kendime kallavi bir selam yolluyor, iki durak sonra gelen ilk otobüse attırıyorum kendimizi. 

Hava kararmaya yakın eve giriyoruz. Yapılmayan ütüler, Batman ve blog beni bekliyor. "Be heey gidi Matrix, daha üç gün olmuş tüm tuşlara basıp Mario gibi zıp zıp zıplatmışsın beni. Ondan survive etmişim ben, bu ne ola ki yanında" diyerek kendisine artizlik yapıyorum hafif yollu. Arada bir de kafamı salon kapısından sokup bakıyorum; hafiften tırsıyor, çıktı mı çıkmadı mı namussuz bir türlü emin olamıyorum. 



14 Temmuz 2023 Cuma

Matrix'te Absürt Bir Gün

Matrix'teki Sahip'in canı çok sıkılmış da dur şunu bi trolleyeyim diyerek tüm tuşlara bastığı günlerden biri bu sanırım. Yoksa bir güne bu kadar bahtsızlık, saçmalık ve ters giden iş sığdırılamaz.

Yumurta kapıya dayanmış ajanstan tasarım gelmez, tedarikçiden teklif. Gelen tasarıma yönetimden onay gelmez. Onayı olana ise teklif. Bir haftadır Azer Bülbül gibi titreye titreye çalışan ekran kablosu işlerin en curcuna halinde "e hadi bana iyi günleeer" çeker. Yenisi için çoktan verildi sanılan sipariş de anlaşılır ki aslında yoğmuştur. 

Sabah voleybol antremanına gidecek olan Küçük Ergen otobüsten beni arar. Daha varmadım diyince işkillenirim. Şunun şurasında topu topu 5 durak gidecek, yürüse gitse 25 dakikalık mesafe. Nasıl varamamış olabilir ki? Konum paylaşımına bir bakarım ki zat-ı şahaneleri tam tersi yönde yol almakta, tamı tamına 20 durak geride. Derim otur oturduğun yerde, ring sefer bu mecbur aynı otobüsle geri döneceksin. Oturur oturmaya ama bu defa da durak isimlerini karıştırıp bir durak sonra iner. Bir panik, bir telaş, zaten geç kalmış, ağladı ağlayacak. Telefondan konumuna baka baka komut vermeye çalışarak gideceği yeri buldurmaya çalışırım ama elemanda sağ, sol, ileri, geri, düz komutları çalışmaz. 

Tam onu adrese ulaştırır telefonu kaparım ki bu defa Valide Sultan arar. "Ben hastanedeyim ama senin dün yaptığın ödeme sistemde görünmüyormuş". Randevuyu almışım, parasını ödemişim, dekontu da göndermişim kendisine ama sistemde nasılsa  şeytan almış götürmüş, buhar olmuş. Derim ne yapabilirim ki te buralardan? "Doğru" der "ne yapabilirsin ki?" Kapatır bir telaş "tamam ben hallederim" diye mırıldanarak.

Öğlen olur o hengamede. Saat 12'yi geçmiş gene farkında bile değilim. Bari bi yemek yiyeyim kendime geleyim. Çorbamın içinden kocaman, kara bi kıl çıkar. Yarısından çoğunu içmeden çıkaydı bari derim da kime derim. Eh ulan Matrix! 

Tasarım da teklifler de hala gelmez. Yine telefon çalar, yine Küçük Ergen arar. Markete çıkmışmış ama ne olmuşmuş? Tabii ki anahtarını evde unutmuşmuş. Ben buna niye şaşırmıyorum? Sunduğum alternatiflerden alternatif beğenmez, hiç biri kombinine ya da saçı başına uymaz. En sonunda "senin ofise geleyim" der, lakin iki vasıta ile gelinecek yol tarifine benim ne gücüm yeter, ne de psikolojik durumum el verir. 

Dışarısı kırk derece falan, alev alev yanar. "Otur oturduğun yerde, ben gelirim eve" derim. Toplayıp tası tarağı, işi eve taşırım. 

Eve gelen Şaşkın uslu durur mu? Salon kedi tüyünden batmış çıkmıştır. Bilgisayar açılırken robotu çalıştırırım. İki defa üst üste su haznesini salonun ortasına bırakıp kuru kuruya çalışır. Matrix'in hakkı üçtür derim. Üçüncüde ancak başarırız el birliğiyle. 

Teklifler, onaylar, tasarımlar hepsi sonunda gelir ama hepsi geç gelir. İş bilgisayarını kapayıp Matrix'teki Sahip'e bir miktar saydırmak için emektar düldüle geçerim. Bu satırları yazarken gün biter. Veda ederim bu absürt güne, Sahip'e hitaben bir mani ile... 

Ey Sahip
eğlendiysen dün yeterince
bi sal artık beni yeni günde
bastın durdun tüm tuşlara 
şaştım kaldım tüm yaşananlara
gel anlaşalım şöylece
bitirelim bu saçmalığı güzelce
girdiğimiz şu cuma günü hatrına
yalvarırım zorlama sabrımı daha da




8 Temmuz 2023 Cumartesi

Bu Dünyadan Bir Serpil Geçti...

Ama ne Serpil... Kadıköy'ün çılgın kızı, İstanbul yıllarımın gülen yüzü, Kozmik ablam, Pictionary ortağım, paskalya çöreği severler kulübü başkanım, elmalı turtaya yeni ve eşsiz yaklaşımlar üstadı, oyalı da yazma bir kadına nasıl da yakışır uzmanı, Amazon savaşçısı, muzip, çatlak, bir tatlı serseri ruh... 

Artık taşıyamadığında yorgun bedenini, kuş olup uçtu gitti dün aramızdan. Yemyeşil bir dut ağacının altında vedalaştık bugün, bir sonraki karşılaşma vaktimize kadar. Bilirim, vardı bu hayatta yollarımızın kozmik bir kesişme nedeni ve yine arar bulur ruhlarımız birbirini.  Tembel tombul bir panda olmak onun da hoşuna gider bence bir sonrakinde ve Küba sahillerinde çılgınca dans etmek nirvana seyahatimizde.


2000'lerin başında, yirmilerinin sonuna yaklaşmış iki yaşlı ruhtuk biz sevgili hemşirem Evren'le ve yaşımız kadar yaşanmışlıkları olan gencecik bir ruhtu Serpilimiz yollarımız onunla ilk kesiştiğinde. Evren'in kozmik annesi, benim kozmik ablam olmasından başka ne açıklayabilir ki aradaki bu kadar yaş farkına rağmen böylesi derin ve keyifli bir dostluğu? 

Ne çok güzel anı, ne çok kahkaha var adının arkasına sıralanan. Sayfalar dolusu yazabilsem keşke de işte boğazımda kocaman bir düğüm. Biz çok ama çok sevdik be güzel ablam seni. Nurlarda uyuyasın, yattığın yer incitmesin...


1 Temmuz 2023 Cumartesi

Şaşkın'ın Bayram Çelıncı. Part 4 - The SON

Tek bir görselle tatilimin özeti
sevgili hemşiremden geliyor.

Bayramın son, yeni ayın ilk gününe bayıltıcı bir sıcağın tesirinde uyanıyoruz. Köpük the Çıtkırıldım Prenses, Göbek Reyiz Yuki ve ben. Temmuz mevsiminin hakkını verecek gibi, daha sabahın erken saatlerinden görünen.

Sabah kahvesi demlenirken bulaşık makinesini boşaltıyorum bir yandan. Tezgahı gün içinde hunharca doldurmamam için makine boş olmalı. Yapılacaklar listesi o piti piti  turnuvasının ilk kazananı Witcher, ikincisi mutfak, üçüncüsü ise banyo olmuş bir gün önce. Mutfak tertemiz, derli toplu. Görünen yerleri en azından. Keza banyo da aynı şekilde. Ertelemeyip yaptığım, yapabildiğim kadarıyla yetindiğim için mutlu ve gururluyum. Bir Marie Kondolamaca olamasa da Şaşkondo usulü diyebiliriz rahatlıkla.  

Kahveye gece gelen yorumlara cevap yazarak eşlik etmek istesem de gözüm sevgili komşularımdan Yüreğimin İklimi'nin son yazısının başlığına takılıyor öncesinde. Algıda seçiciliğimi seveyim. Diline, kurgusuna hayran olduğum, bir yazarla tanışmak istesen kim olurdu listemin ilk sırası Alper Canıgüz'ün Oğullar ve Rencide Ruhlar'ı.  Yazıyı bir çırpıda okuyup, yorumumu bırakmayı ihmal etmiyorum. Ne zamandır yapmadığımı fark ettiğim geleneksel Alper Canıgüz yeni kitap gugıl aramamı da yapıp, üzüntü ve muz kabuğu nidalarıyla tükkanıma geri dönüyorum. 

Benimki gibi mikro bir blogcuk da olsa blog yazmanın en keyifli yanlarından biri bana göre başka hiçbir mecrada olmayan bu konu komşu ilişkisi. Benim gibi uzun uzadıya aralar da versen, geri döndüğünde kaldığı yerden devam eden o ilişki dinamiği de yazma motivasyonum. 

Kahveni al gel bana/ Bloglar yazayım sana / Ciddili konularım yok ama / İade-i ziyarete gelirim sana*

Be hey sevgili komşum... O kadar çelınc yaptık, aralıksız tekmili birden tamı tamına 4 (yazı ile dört) ve hatta azcıcık aralıklıyı sayarsak 5 (yazı ile beş) adet yazı... Kahkahalarımızı  bitti**, Şaşkınca besteler bölümü olmayacak mı sandın?

Kendim ettim kendim buldum çelıncının sorumluğu üzerimde garip bir yük. Sanki o son cümleyi yazıp yayınlaya basamadan gün aniden bitiverecek de çelınc ortada, yarım kalacak gibi bir his. Halbuki çelınc da benim, tükkan da. 

Bayram bitmek üzere, tatil de... Çok şey yapmış gibi ama aynı zamanda hiçbir şey yapmamış gibi geçen günlerin dört buçuğuncusu da... Üzerimde bir yandan hiçliğin dinginliği, öte yanda bir oda dolusu ütüyü bir pazar gününe bırakmış olmanın gerginliği.

Gece onikiyi vurup da
Çelınc balkabağına dönüşmeden 
Bitiriyorum cümlelerimi burada
Bakarsınız bir sürprizle 
Tekrar gelirim
En kısa zamanda***

THE SON

Şarkıların orijinalini dinlemek istersen:

Nazan Öncel - Aşk Beklemez

** MFÖ - Gözyaşlarımızı Bitti mi Sandın

*** Nasıl yani? İçinden şiir de geçmeyecek mi sandın? :)




Etiketler

#100.Yıl #29Ekim (1) #ağacımadokunma (1) #AilemizinGurusu (1) #anılar (7) #ArtRecreation (1) #ayrıyazılır (1) #bavulculuk (2) #benimadam (2) #BigSis (1) #bing #ai (1) #Caillou (1) #canımbabam (1) #coronatürmort (1) #Covid19Günceleri (3) #Dark (2) #dikkateksikliğisendromu (4) #doğruyazınkardeeeşim (1) #doğumgünü (3) #GameofThrones (4) #GeorgeR.R.Martin (5) #göçebe (6) #göçmenkadınlar (1) #gurbetçilik (7) #hemşire (1) #hemşirelik (6) #Hıdırellez (2) #içindenalmanyageçenyazılar (5) #İçindenAlmanyageçenyazılar (3) #içindenciddiyetgeçenyazılar (18) #içindenfilmgeçenyazılar (2) #içindenhüzüngeçenyazılar (1) #içindenistanbulgeçenyazılar (4) #içindenizmirgeçenyazılar (7) #İçindenMatrixGeçenyazılar (14) #içindenmizahgeçenyazılar (69) #içindenmutlulukgeçenyazılar (6) #içindenromanyageçenyazılar (2) #içindenşarkısözügeçenyazılar (31) #içindenşiirgeçenyazılar (17) #ileridönüşüm (2) #kafamaneredenesersekuşağı (5) #karantinahalleri (3) #Kayu (1) #kedigünlükleri (4) #kendimenotlar (8) #kim-olduğunu-bilirsin-sen (5) #küçükbirader (2) #küçükergen (9) #küçükkankam (7) #küçükördek (20) #lakap (1) #lost (1) #Marduk (2) #mercekbulut (1) #mim (10) #mindfulness (1) #mutluluk (2) #mylittlefeltstuff (4) #özürdilerimsezenaksu (1) #RIP (11) #seçmesaçmalar (1) #sevgiligünlük (1) #sevgililergünü (2) #SeziKalkavan (1) #soneryalçınlütfenbanakızma (1) #sonhavabükücü (2) #sonsuztemizlikdöngüsü (5) #şaşkın (41) #ŞaşkınınADHDGünlüğü (7) #ŞaşkınınAÖFmaceraları (10) #ŞaşkınınBayramÇelıncı (4) #şaşkınınsevgililergünüdileği (3) #şaşkınjunior (1) #şaşkınmutfakta (6) #tatil (1) #telekom (1) #uykusuzluk (1) #ValideSultan (18) #vallahidebunlarhepmizah (1) #yapayzeka (1) ArtRecreation (1)