"Hemşire sen bize neden bunlardan yapmıyon yahu?" diye bir mesaj, bir adet Instagram post'u ile birlikte.
Sevgili hemşirem, pek muhterem bir numaralı blog komşumun canı kurabiye çekmiş akşam akşam.
"Şeklinden ötürü mü acaba? Ne bilem."
Cümleyi biraz sansürledim, sonra başım belaya giriyor. Tarifteki kurabiyeleri yapan ve yayınlayan beni affetsin. Ellerine sağlık, elbet çok lezzetlidir de o nasıl bir şekil vermedir?
Tamam benim de deneysel bi takım pasta, börek, yemek işleri yaparken şekilsel anlamda sabıka kaydım kabarıktır, hatta gönder beni Nailed It'e, kupa garanti. Lakin evde kalıp olmasa bardağı vurup şekil verebileceğin bir kurabiyeye, hele de içinde yüklü miktarda tarçın ve kuru üzüm olan bir kurabiyeye, yılan şekli vermeye çalışmak da ne bileyim. Gereksiz bir risk.
Devamı "sen şeklini farklı yap işte" ara gazı, itina ile konuyu soğutma ve kapanış.
Ertesi gün neredeyse tamı tamına aynı saatte (18:51 - 18:53) yeni bir mesaj. Bu seferki ürün baya baya iddialı. Adı cruffinmiş. Çörekle kruvasan arasında bir şey olurmuş kendisi. Hemşiremin bana olan inancı göğüs kabartıcı. Halbuki kendi de gayet iyi bilir. Seneler evvel, Almanya'da marketlerde satılan hazır hamurla kruvasan denemem olmuştu. Yapacağım tek şey hazır hamuru kutusundan çıkarıp, tarif edildiği şekilde düzgünce açmak, tırtıklı yerlerinden kesip kruvasan şeklinde katlamak, fırına vermek. Sonuç: hamuru tarif edildiği şekilde açma teşebbüsünde bulunmadan bodoslama kesmeye çalışmak suretiyle epik bir felaket.
Hey heydi hey... Herkese 20'li yaş çelınc, Şaşkın'a yine börek çörek.
Ben konuyu geçiştirdim sandımsa da hemşire olayı direkt bilinçaltıma havale etmiş. Sabaha kadar, yılan olmaya çalışırken ne oldum ben kurabiyesiyle uğraştım durdum.
Sabah gözümü açmamla bizim kız Zafer'i soran Fatma gibi tepemde bitti.
"Ne oldu bizim şifre işi? Geldi mi cevap?"
"Sana da günaydın evladım! Evet gelmiş de daha bir sürü şey soruyorlar hesabı kurtarmak için. Bi ayılayım hele, halledeceğim onu da."
Kahvemi yaptım. Balkondaki masaya tükkanı açtım. Geçen yaz başında, bizim küçük ergen oyalansın diye, kedimiz Köpük'ün fotoğraflarını paylaşması için açtığımız Instagram hesabının şifresi yine bizzat küçük ergen tarafından bloke edilmiş. Gel gör bağlı olduğu telefon numarası benim eski Romanya numaram. E-posta da tanımlamamışız hesaba. Epeydir aklına bile gelmeyen hesap; kağıt üstünde Yuki, pratikte Bıdık şeklinde çağrılan iki numaralı bitirim delikanlının eve gelmesiyle tekrar bindi ya kıymete, şifre de şifre.
Feysbuk sevgili blogumu spam belleyip beni tüm grup mecrasından bloklamaya kalktığından beri kendisi ile ilişki durumumuz karışık. Fakat kurtarmamız gereken bir hesap, mutlu etmemiz gereken bir çocuk var. Baltaları gömdüm, başladım kendisi ile gayet kibar, hanım hanımcık bir yazışmalar silsilesine. Form doldur, de bakalım diyeceğini diyor; en ponçik cümlelerimle dolduruyorum. Şunu yaz kağıda, tut elinde, çek fotonu yolla bana. Emrin olur Feysbukçuk diyorum, istediğin foto olsun. Güzel, çirkin demiyor, şaak çekiyorum yolluyorum. Lakin talepleri bitmiyor da bitmiyor. Uzun uğraşlar sonunda sınavı geçiyorum ve hesabı kurtarıyorum.
Hesabı tekrar kur, e-posta tanımla, telefon numarasını güncelle derken hemşireden yeni bir mesaj geliyor. Bu sefer konu başka ama o da ne? Kurabiyeler bilinçaltımdan süzülerek tekrar bilinç düzeyine çıkıyor. Büyücü müsün be kadın?
Ani bir dürtü ile kalkıyorum yerimden. O kurabiye hemen, şimdi, şu anda, ivedilikle yapılacak! Malzeme listesine bakıyorum. E bu bildiğin bizim "biskoço". Romanya yoldaşlarımdan İzmirli dostumun sevgili annesinin Sefarad mutfağından, bizim kızların birlikte yapmalara doyamadıkları, tarifinden limon kabuğunu çıkar, karanfil ekle; çiçek yağını zeytinyağı ile değiştir, biraz da kuru üzüm ekledi miydin oldu bitti.
Malzemelerin tamamı da var mı var evde. Gözlemeci teyze şalvarımı göbeğimin üzerine çekiyor ve işe koyuluyorum ki Houston we have a problem... Tamam tanıdık, bildik bir tarif de bu karanfil denen şey nasıl yenilebilir kıvamda çekilecek? Sinemada patlamış mısır yerken sağlam dişi kırmış insanım nihayetinde, bir başkasını kurabiyeye kaptırmaya hiç niyetim yok.
Benim adam sağ olsun eve sarımsak girmesi yasak olunca havanımız da yok. Kahve değirmenim var ama kıymetlime karanfil kokusu sinmesini göze alamam. Neyse ki çözüm bizim işimiz. Tarifteki miktarda karanfili önce kahve filtresinin içine, onu da bir buzdolabı poşetine koyuyorum. Vuruyorum kafasına kafasına önce bir kavanoz, sonra da küçük bir merdane marifetiyle. Komşu teyze birazdan kapıda belirmezse iyi. Hala büyük parçalar var ama karanfil miktarını arttırıp parçaları çay süzgeçinden eleyince yetecek miktarda karanfil tozum hazır. Yürü be şaşkın kim tutar seni?
Burada kendime bir hatırlatma: Bir daha asla ve asla "aldığı kadar un" isteyen tariflere yanında küçük ergen olmadan girişme! Sonra bir elin hamur teknesinde; rahmetli babanın tek elle yapılacak tek iş üzerine özlü sözü kulaklarında, diğer elinle un paketi açmaya çalışır durursun.
Kendime ikinci hatırlatma: Yani zaten ne diye küçük ergensiz kurabiye yapmaya kalkarsın ki sen? Bir daha aklından bile geçirme!
Hamuru yoğurmuş, ellerime yapışan hamurları temizlerken küçük ergen mutfağa daldı ve yüzünde büyük bir hayal kırıklığıyla çığlığı bastı.
"Nee kurabiye miii? Bensiz nasıl yaparsın, kötüüüü!"
"Evladım bi dur, açıklayabilirim. Memlekette ani bi kurabiye kurabiye kıtlığı hasıl olmuş, hemen başlamam gerekti. İhtiyaç büyük, sonra seninle de yaparız." dediysem de sanırım pek ikna olmadı.
Suratı salladı, dişi ergen hıhhhlaması eşliğinde odasına çıkıp, kapısını kapadı.
Sıra gelmişti şekil vermeye. Tarifteki kurabiyelerin tipine o kadar atıp tuttuktan sonra işimi şansa bırakamazdım. Bu kurabiyeler tadıyla olduğu kadar, şekilleriyle de cazip olmalıydı. Arkadaşımın annesinin yaptığı gibi ortası delikli, yuvarlak formda karar kıldım ve kurabiye kalıplarının olduğu kutuyu çıkardım. Tam bu iş için yapılmış bir kalıbım vardı ama karma olmasa da algoritmasından sual olmaz Murphy yine iş başındaydı. Onlarca kurabiye kalıbı arasında sadece ve sadece ihtiyacım olan kalıp kırılmıştı. Yılan olmaya çalışırken ne oldum ben kurabiyeleri zihnimin derinliklerinde hunharca kahkahalar atarken, silkinip kendime geldim. Dedim ya çözüm bizim işimizdi. Bir çay bardağı, bir de krema sıkma ucu yardımıyla işlemi tamamladım, inci gibi dizdiğim kurabiyelerimi fırına verdim.
Fırına verdim vermeye de ne tarifte ne de benim aklımda pişirme süresi yok. Tarif der ki üzerleri pişinceye kadar. İyi de bu yaklaşık ne kadarlık bir süre? Benim dikkat eşiğim zaten gözümün bir sonra gördüğü şeye kadar. İki dakika fırının başından ayrılıp tuvalete gitsem, lavabo ciflemeye kalkar oradan çamaşır toplamaya, derken başkasına geçer, gül gibi kurabiyeleri cayır cayır yakarım. Daha önce yapmadım mı? Yaptım.
Mutfak saatini on dakikaya kurup, Mehmet Şef'ten azarı yiyen Masterchef adayı edasıyla fırının önüne çöküp kurabiyelerin pişmesini beklemeye başladım. On artı bir kaç dakika sonrasında bir tepsinin üstü, diğerinin altı biraz daha fazla pişmiş kurabiyelerimi fırından aldım.
Pişmiş kurabiyelerin kokusunu alan küçük ergen bir kez daha mutfağa damladı. "Bir tane alabilir miyim?" dedi. Onayı da kurabiyeyi de aldı. Tadına baktı ve "güzel olmuş ama ben daha güzel yapardım" dedi ve gitti.
Kurabiyeler sayıldı, kardeş payı yapıldı, bölünmezi küçük ergene bonus ayrıldı, komşu payı paketlendi, saati geldiğinde teslim noktasına indirilip teslim edildi.
Komşu komşu huuu. Kurabiyelerin geldi miii? Geldiiii... Olmuş muuu? Olmuuş...
Çelınc çelınc hep bana mı çelınc? Yarın 18:51'de görevini açıklayacağım, bekle beni bebeğim.