Sayfalar

25 Mayıs 2021 Salı

Mutlu Anılar Klasöründen

Tarih: 22 Haziran 2002. (O kadar olmuş mu sahi?)

Yer: İstanbul, Bağdat Caddesi. (Ahhh nasıl da özledim!)

Bazen normalde hiç dinlemeyeceğin, sağda solda kulağına takılmaktan öteye gitmeyecek bir şarkı, bir bakarsın mutlu anılarından birinin kahramanı oluverir ya. İşte bu onun kısa hikayesi.

Zamanın Kozyatağı çetesiyle sevgili hemşirem Evren'in evinde toplanmış; futbolu seveni, sevmeyeni pür dikkat, Türkiye - Senegal karşılaşmasını izliyoruz. Maç uzatmaya gidiyor, heyecan dorukta. O bir golü attık mıydı Dünya Kupası yarı finalindeyiz. Beklenen gol 90+4'te geliyor; birbirimize sarılıp sevinç çığlıkları atıyoruz evin içinde. Derken birimiz "hadi" diyor "yürüyün Cadde'ye".

Marşlar, tezahüratlar eşliğinde Bağdat Caddesi'ndeki çılgın kalabalığa karışıyoruz. İstanbul sokakta, yer gök mutluluk sesleriyle inliyor. Araç konvoyunun başını çeken araba bize doğru yaklaşıyor, kocaman bir hoparlörden bangır bangır çalan müzik eşliğinde.

Birden şarkı değişiyor, kalabalık iyice coşuyor. Sonrası, o gün bugündür aklımızdan silinmeyen, tam bir film sahnesi.

Bir abi yanaşıp duruyor hemen yanımızda. Elindeki büyük bayrağı büyük bir özenle rulo haline getirip bize doğru uzatıyor, 

"Bi dakka tutabilir misiniz benim için" diyor, işaret ve baş parmakları ile de kastettiği süreyi destekleyerek.

Ve şaşkın bakışlarımız ve çalan müzik eşliğinde, o günlerin popüler çekirge dansını yapmaya başlıyor caddenin hemen kenarında büyük bir ciddiyetle.

Hoplayıver çekirgeee

Zıplayıver çekirgeee

Benim canım çekirgeee

Bıdı, bıdı, bıdı, bıdı çekirge

Nakarat bitiyor, abi dans etmeyi bırakıp yine büyük bir ciddiyetle, hani biraz önce coşkuyla dans eden o değilmiş gibi, teşekkür ediyor; bayrağını geri alıyor ve kalabalığın içine karışıp gözden kayboluyor. 

Çekirgenin ayağında

Çizmesi, çizmesi...

O tuhaf ama garip bir şekilde bir o kadar da eğlenceli şarkı caddeyi inletmeye devam ederken, ne oldu şimdi burada dercesine bakakalıyoruz gizemli, bayraklı abinin arkasından.

Mutlulukla ve ortak bir coşkuyla sokaklara döküldüğümüz belki de son gün bugün oluyor benim için. O mutlu günün mutluluk dansı şarkısı da Çekirge.

Nurlarda uyusun Oğuz Yılmaz'ın genç yaşta ölüm haberini okuduğumda zihnimin mutlu anılar klasöründen böylece zıplayıverdi çekirge.  Başka hangi şarkıları vardı, nasıl bir insandı hiç bilmiyorum ama gözleri ile gülen bir insan iyi insandır, biliyorum. 

Hop, hop hopla çekirge

Zıp, zıp zıpla çekirge

Benim canım çekirge

Bıdı, bıdı, bıdı, bıdı çekirge




18 Mayıs 2021 Salı

Puzzle

"Bu hafta sonu üç gün evdeyiz ya, puzzle alıp yapalım olur mu?" diye bir öneriyle karşımda belirdi 23 Nisan'daki mini kapanma öncesi bizim küçük ergen.

Çocuğu ekran karşısı harici bir şey isteyen annenin haklı gururuyla kirpiklerimin ucunda belirmiş damlacıkları; aşkını kalbine gömmüş Hülya Koçyiğit edasıyla kafamı hafif yana eğip gözlerimi yere devirmek suretiyle saklamaya çalışarak:

"Alalım da, yapalım da tabii ki evladım. Sen seç, beğen; hemen alalım hangisini istersen" deyiverdim. 

Anın heyecanı ile şuursuzca kurmuş olduğum bu cümlenin sonuçlarından henüz habersiz; mutlu bir anneydim.

Sokağa çıkma yasakları yüzünden evde saksı bitkisi gibi büyüyen çocuğu oyuncak mağazasına götürmem mümkün olmadığından satın alma işlemini online olarak gerçekleştirmeleri için kendisini babasına havale ettim. 

Akli melekeleri gerekli olgunluk seviyesine erişmemiş çocuğa "istediğin puzzle'ı seç, al" demek birinci hatamsa; "görev verin yapayım babayla" baş başa bırakmak da ikincisiymiş. İki gün sonra kargo gelince anladım.

Heyecanla açtık paketi. Ne de güzel seçmiş bizim kız. Seyre doyum olmaz, çok güzel bir Paris manzarası. 

Puzzle'ı üzerinde rahatça yapabileceğimizi düşündüğüm eski mutfak masamızın üstündekileri toplamaya başlamıştım ki kutunun üzerinde yazan rakamı fark ettim: 3000, yazı ile üç bin, parça! 

En son puzzle'ı bizim kız 5 yaşında iken falan yapmışız, o da 100 bilemedin 150 parçalık. Bitmiş bir puzzle'ın boyutuyla ilgili vizyonumuz da bu kadarla sınırlı doğal olarak. 3000'lik bir puzzle'ın 85x120 cm'e denk geldiğini görmek yıpratıcı bir etki yaptı bünyede. Değil eskisi, yenisi evdeki hiç bir masaya sığmaması da cabası.


Bilmezdim yapbozların bu kadar büyük, 

Sabrımınsa yetersiz olduğunu

Bu lafı etmeden önce.  

Bir parça var, biliyorum; 

Her yere koymak mümkün; 

Epeyce yaklaşmışım; hissediyorum; 

Bulamıyorum.*

 

İlk şoku atlattıktan sonra işe koyulduk. Çocuğa başladığı işi bitirmeyi, sabırlı ve kararlı olmayı, pes etmemeyi falan öğreteceğim ya; inat ettim bir sene de sürse bitecek bu puzzle. 

Yere örtü serdik, üzerine karton koyduk, yerlerde iki büklüm yılan olduk; o da olmadı şişme yatak şişirdik, üzerine aktardık; yapboz gurmesi hemşirem "kartonun üzerinden kayar, puzzle halısı alın dedi" aldık, yine kaydı; kedi üzerine çıkmasın diye geceleri üzerini örttük, sabahları örtünün içinden, üzerinden kovaladık. 

Yapıp yapabildiğimiz parçaları renklerine göre ayırmak, bir parça eksiğiyle kenarlar ve biraz da iç parça olmuştu ki haftalardır heyecanla beklediğimiz Yuki ya da resmi olmayan adıyla Bıdık oğlan eve geldi. 

Kediler birdi iki oldu. Bıdık Oğlan eve alışana, küçük ergenle bağ kurana ve evin kraliçesi Köpük Hanım ile tanışmaya hazır olana kadar küçük ergenin odasında kalması gerekiyordu. Enerjisinin doruklarında yaramaz yavru bir kedi ve üzerinde devasa bir puzzle yeşermekte olan şişme yatak pek parlak bir fikir değildi elbet. Yatağı odadan çıkarmaya çalışırken, özene bezene yaptığımız parçaların büyük bölümünün dağılmasıyla, evin gerçekleriyle yüzleşip, inadımdan vazgeçmem kaçınılmaz oldu.

Sıkletimize uygun daha makul sayı ve ebatta bir puzzle alınması üzerine anlaştık; puzzle'ı uygun bir zamanda puzzle gurusu hemşireye göndermek üzere toplayıp kaldırdık. 

Bir kaç güne hem tam kapanma hem de 500 parçalık puzzle'ımız geldi. Bu defa tezgahı salona kurduk, analı kızlı ve iki bıyıklı işe koyulduk.


Yardıma diye geldiler, uyudular


Arada kardeş kavgaları oldu, yine de pes etmedik



Tekrar dağıtmasınlar diye korumaya aldık

Bilime katkıda  bulunmayı ihmal etmedik



Bu arkadaşlar o yaramaz oğlana hiç benzemiyor

 
  
Ve mutlu son

Daha bitirir bitirmez sordu: "Yenisini 1000'lik alacağız di mi?"

Kibarca gülümsedim.

Ağlasam sesimi duyar mısınız,

Yapbozun parçalarında... 


* Şiirin orijinali: Anlatamıyorum, Orhan Veli Kanık (Ustaya saygıyla)






14 Mayıs 2021 Cuma

Kodaman Gazeteci

Yazarımız yıllık iznini kullanmakta olduğundan arşivdeki yazılarından biri kullanılmıştır. 

***

15 Aralık 2013 tarihinde yayınlanmıştır.

Serinin adı Buz ve Ateşin Şarkısı ( A Song of Ice and Fire), dizinin ve ilk kitabın adı olmasından mütevellit bilinen diğer adıyla Taht Oyunları (Game of Thrones).

Adam hiç üşenmemiş yazmış. Beş kitap, 4273 sayfa. Elime sakız gibi yapışan son cilt hariç, uğruna günlerimi gecelerimi verdim, üşenmedim okudum. Türkçe çevirisi beş kitap, dokuz cilt, 5314 sayfa.

Yazmaya da devam ediyor. Sırada iki kitap daha var. Ömrü yeterse bitirecek, ömrümüz yeterse okuyup öğreneceğiz hikayenin sonunu.


Babanın kafa öyle güzel ki sadece kitabı yazmakla da yetinmiyor. Bir de kitaptan çok farklı bir kurguda ilerleyen televizyon dizisinin uyarlamasını yapıyor. Hal böyle olunca sen de ne kastırıyorsun kitabı okumakla, mis gibi dizisi var, uzan koltuğa, geç televizyonun karşısına izle yapamıyorsun. Paralel evrende geçen diziyi keyifle izlesen de o esnada gerçek Yedi Krallık'ta neler olduğunu okumadan duramıyorsun.

Duramıyorsun ama bir yandan mevcut son kitap ha bitti ha bitiyor. Yeni kitap ne zaman çıkar, çıksa Türkçe'ye ne zaman çevrilir bilmiyorsun. Belki de bu yüzden o son kitabı hiç bitirmek istemiyorsun.

Son iki kitabın çıkış tarihlerine ilişkin tüm bu belirsizliğe rağmen serinin finaliyle ilgili, mantarına kuvvet George Baba'ya güveniyorsun. Lakin gel gör bu nesil bir Lost acısı yaşadı. O acı hala tazeyken yüreklerde Westeros'un karlı dağları fare doğurursa ne yaparız düşünmeden de duramıyorsun.

Kaçınılmaz son yaklaşırken, bu kadar uykusuz gece, bu kadar sayfa, bi sürü karakterin, bitmek bilmez entrikaları, bir taht uğruna ya rab ne kelleler gidiyorları sonunda serinin ana fikri ile ilgili çıkardığım bir sonuç da var elbette.

Sevgili anne babalar çocuklarınızı sizin değil, kendi istedikleri kişilerle everin. Sevenleri ayırmayın, uçurtmayı vurmayın. Savaşmayın sevişin. Sanmayın her şey mal mülk her şey para pul. Tahtmış, güçmüş, paraymış hepsi hikaye. Bakın Koskoca Yedi Krallık'ta koca koca lordların, leydilerin bi tanesi de sevdiceğine yar olmamış, olamıyor. Sevdiğine kavuşamayan da veriyor kendini entrikaya, veriyor kılıca. Taht filan değil bu arkadaşım, bildiğin aşk oyunları...

Sonradan edit:

Aha aha bi de böyle bişiy yazmış George R. R. Martin blogunda:

Amazing series. Amazing episode last night. Talk about a gut punch.

Walter White is a bigger monster than anyone in Westeros.


(I need to do something about that)


Ülen ne yapacak ki acaba? Rahmetli Walter White'a da selam olsun bu arada :))

***

Yıllık izin ne de güzel olurdu elbet, covid-free alternatif evrende. Sizi bilemem ama biz ailecek "bayramda en kötü" balkondayız pek sevgili okuyucu. Aşı olma kriterlerimizi henüz karşılayamadığımız için sarı maskemizi de alamadık haliyle. Mazallah yabancı bir turistle temas eder de enjoy'una zeval gelir, mahçup oluruz elaleme endişesi ile evimizde oturuyuz uslu uslu. 

Ama sözüm sözdür; uslu çocuk olduğunuz için aha şurada dediğim üzere; "yıllık iznini kullanan kodaman gazeteci taklidi" yaptım sizlere.

Peki onca yazı içinden neden bu yazı diye sorarsanız; elbette ki fırsatı bulmuşken George R. R. Martin'e bir kez daha sövüp sayabilmek için. Ben şu yazıyı yazalı bile olmuş tamı tamına yedi buçuk sene. Bu süre içinde Westeros'un altından girdi üstünden çıktı ama değil seriyi tamamlamak altıncı kitabı bile bitiremedi kendileri.  Madem yazmayacaktın, yazıp da tamamlamayacaktın neden okuttun o fasikül fasikül ansiklopedileri bize be adam? Bak gene sinirlendim. Sen bize bunu yaptın ya ejderhalar kovalasın, Ak Gezerler rüyalarına dalsın, Arya'nın listesine birinci sıradan adın yazılsın göbekli reyiz!

Belli ki bize bu Martin'den hayır yok; ilelebet senciyiz, Elfler içinde uyuyasın, üç kitapta efsaneyi tertemiz bitiren Tolkien reyiz!


12 Mayıs 2021 Çarşamba

Sosyal Mesafeni Koru Güzelim

Acil bir ihtiyaç için marketteyim. Arife günü akşam üzeri ne işim var markette ama işte öyle.  

"Sosyal mesafemize dikkat edelim pek muhterem müşterilerimiz bla bla..." diye bir anons yankılanıyor içeride.

Mabat içi kadar markette kimseyle öpüşmeden alışverişimizi yapmaya çalışırken sosyal mesafemizi de koruyalım da nasıl koruyalım sayın marketçi?

İçimden ya sabır çekip, kasa sıramın gelmesini beklerken beynimin play list'inde o tanıdık melodi çalmaya başlıyor.

Geçen sene bu vakitler, "sosyal mesafe" kavramı hayatımıza henüz yeni yeni girmişken bizim biraderden bir telefon gelmişti.

- Şuşu, ben Aşk Bodrum'da Yaşanıyor Güzelim şarkısına şöyle yeni bi nakarat yazdım, "sosyal mesafeni koru güzelim / hapşurursam seni üzerim", gerisini de sen yaz.

Nakarat dediği iki satır ama olsun, kaç yıllık biraderimiz,  onu mu kıracağım? Hemen Gugıl'dan sözleri buldum, aldım sazı elime, başladım şarkının yeni versiyonunu yazmaya...

Sosyal mesafeni koru güzelim
Evim bana ben evime özelim
Hapşurursam seni üzerim
Karantina bana devam ediyooor

Karantina akşamları bir başkadır
Domestoslu geceler bize yaşatır
En sevdiğim Vileda kovadır
Karantina bana devam ediyor

Maske lazım
Eldiven lazım
Saçımızı bozmayalııım

Sosyal mesafeni koru güzelim
Evim bana ben evime özelim
Hapşurursam seni üzerim
Karantina bana devam ediyooor

Doktor gelmiş bizim eve kime ne?
Sen bak işine raporumdan sana ne?
Alem bu KOVİD'li demiş bana ne?
Karantina bana devam ediyooor

Maske lazım
Eldiven lazım
Saçımızı bozmayalııım

Size pazar günleri köşe yazan ekönömi yazarı taklidi yaptım. Uslu durursanız yarın da yıllık izni gelmiş kodaman gazeteci taklidi yaparım. 

Mutlu bayramlar sevgili blog komşularım. Sabah bayram kahvelerimizi yudumlarken; haydi bir ki üç, son kez söylüyoruz.. Eller havada, en Bülent Serttaş tonunda...

Sosyal mesafeni koru güzelim
Evim bana ben evime özelim
Hapşurursam seni üzerim
Karantina bana devam ediyooor


* Şarkının orijinali - sanatçının affına sığınarak :) : Aşk Bodrum'da Yaşanıyor Güzelim

10 Mayıs 2021 Pazartesi

Batsın Bu Modaaa!!!

Sabahın erken saatleri. Hastanenin otoparkında doktor kontrol saatimin gelmesini bekliyorum. Bir kaç sayfa kitaptan sonra gözüm önce telefona, oradan blog alemine kayıyor. 

Hızımı alamayıp sevgili Zeugma'nın son yazısına üçüncü bir yorum girmeye başlamıştım ki baktım fena kaptırmışım; komşunun evde gecekondu çıkıp, korsan blog yazıyorum. 

"Komşuyu darlamasana sen, hadi evine, seni Şaşkın" dedim; teşebbüsümün tüm kanıtlarını ortadan kaldırdım, kürkçü dükkanına geri döndüm. 

Siz onun şahane yazısını şurda okuya durun; ben de burada az içimi dökeyim.

"Sahi moda neydi?" demiş ve devam etmiş Zeugma "Tam bir gereksizlik mi? İnsan kendine yakışanı, rahat edeceği kıyafetleri giymeliydi."

"Bence moda, insanın artık 80'ler ve 90'lardan ilelebet uzak durmayı öğrenmesidir" diye ünledi Şaşkın!

Geçen evde otur otur, zaten mutsuzum ve de huysuzum bi de yaşlı olamayacağım hüleeeeyyyn diyip kırdım zincirlerimi ve mahalle kuaförüne röfle yaptırmaya gittim aylar sonra. 

Pişman mıyım? Aslaaaa
Güzelleştim saçlaaa
Tırsmadım mı? Tırstım evet
Ondan sonra iki haftaaa 

Kafamda folyolar, güneşin altında uzaylıların benimle iletişime geçmesini beklerken genç bir kız ve annesi belirdi.

Aha dedim; ben uzaylıları beklerken zaman tüneli portalı açıldı!

Genç kız yirmilerin başında var yok. Biraz geç kalmamış olsam bu işlere, kızım olacak yaşta. Altında taşlanmış açık mavi, ultra yüksek belde dıştan düğmeli, yetmez ama Allah cezanı verecek lastik paçalı bol kesim bir jean pantolon. Üzerinde bol kesim bir crop top, onun da üzerinde yine taşlanmış açık mavi, bol ama kısa model bir jean ceket. 

Sanırsın yıl 90, ben de üniversite kampüsüne ışınlandım.

Elime baktım telefon hala duruyor, tarih de hala 2021. Derin bi nefes aldım. Demek ki hep birlikte zamanda geri gitmedik. 

Yanındaki kadın senin benim gibi; ona da anne diyor. Bir oh daha çektim. Demek onlar da zaman yolcusu değil.

Anlaşılan ben evde tayt t-shirt, pijama, terlik takılırken 90'lar kabusu yeniden moda olmuş.

Evladım biz bu hataları otuz sene önce yaptık zaten. Misal bugün 20'li yaş çelıncına falan dahil olmuyorsak bi bildiğimiz var. Korkuyoruz, iş 10'lu yaşlara falan gelirse o daha da vahim. İşin içine vatka, pantolon içine sokulmuş yünlü kazak, füzo falan da dahil oluyor.  Siz ki Z kuşağısınız, sizden beklentimiz büyük. Niye böyle şeyler yapıyorsunuz?

Sevgili modacılar; biliyorum işiniz zor.  Yaratıcılık falan istiyor. Bir dünya dolusu insanı memnun etmenizi filan gerektiyor. Lakin çok rica etsem şu 80-90 fetişinden bi kurtulsak artık. Hani Matrix olacaktık, derileri falan geçirecektik jilet gibi üzerimize? Jetgiller'e bile razıyım kurbanınız olayım. Zira bu bünye bir vatka sezonunu daha kaldıramayacak. Kahkül üzerinde kelebek toka görmeye dayanamayacak. 

Daha güzel, 
daha mutlu,
daha rahat 
likra dolu
bir dünya için, 
estetik için,
insanlık için 
BATSIN BU MODAAA!!!

 

8 Mayıs 2021 Cumartesi

Ah Bir de Spor Yapsam! Yaba daba daba dibi dibi dum

Tanıyan eş, dost iyi bilir. Sporla ilişkisi meditasyon düzeyinde bile mesafeli narin bedenimde ağır sporcu yaralanmaları şu hayatta bildim bileli alameti farikam. Tez canlılık, kardeşi sakarlık ve kankaları hor kullanım da birinci dereceden failleri.

İki bacak, bir kolda; kırık, stres kırığı, bağ zedelenmesi, menisküs başlangıcı, incinme, burkulma, tenisçi dirseği, liste böyle uzar giderken simetriyi tamamlamak gerekiyordu ki sol omzum da hani bana hani bana dedi epey uzun bir süre önce. 

Alışık olmayana pek çekilir bir ağrı değildi de işte; hem karşısında yılların tecrübesi vardı hem de adı batasıca Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen Virüsü bizi evlere hapsetmiş, sağlık sistemini kilitlemişti. Home made reçeteler, evin demirbaşı kremler, jeller derken gün geldi o eşik geçildi, tıbbi destek almak şart oldu.

"Bisipital tendinit bu" dedi Aile Hekimi. "Bu ilaçları kullan hele, yine de iyileşme olmazsa, ortopediye gidersin, bir iğne uygularlar bölgeye. "

Yine ilaçlar içildi, jeller sürüldü. Geçici bir rahatlama oldu. Bir üç ay da böyle geçti ama ağrı kendini durup durup, yayıldığı bölgeyi de genişlete genişlete, hatırlatmaya devam etti. Ertele ertele nereye kadar; en nihayetinde, ortopedinin yolunu tutma zamanı da geldi. 

"Böyle sesler gelir mi hep" dedi doktor muayene ettiği sol kolumdan gelen katur katur sesler üzerine. "Bilmem ki" dedim, "farkında değilim." 

Ben omuz çukuruma yapılacak iğne fikrine kendimi hazırlamışken; "önce bir MR çekelim" dedi arkasından. O MR ki korkulu rüyam. MR'ı gösterip iğneye razı etse tercih ederim ama elimde sevk kağıdı, kendimi önce MR odasının önünde, sonra da MR cihazının içinde buluverdim bir anda. 

Neyse ki hem cihaz açık MR'mış hem de 12 dk'lık bir işlem. Ayılıp bayılmadan, "hanfeendi bi sabit durur musunuz lütfen, hareket ettiğiniz için baştan başlamamız gerekiyor" uyarısı almadan içinden çıkmayı başardım.

MR sonucumda bi takım yırtıklar, mebzul miktarda ödem, az biraz da kireçlenme tespit eden doktor bey vakayı Rotator Kuf Sendromu olarak raporlamadan önce sordu (ya da post MR stresi ile ben öyle hayal ettim):

- Sizin branş gülle miydi Şaşkın Hanım?

- Gülle? Yok, benimki bavulculuk.

- ???

- Gelecek vaat eden, yeni bir branş bizimki. Biri mental, diğeri fiziksel; iki aşamalı bir spor dalı.

- İlginç, duymamışım daha önce. Biraz bahsedebilir misiniz lütfen?

- İlk aşama mental etap. Ya da namı diğer Memleketi sığdırdım 23 kiloya, selam olsun gurbet eline bavulu hazırlık etabı. Strateji ve matematik becerisi epey kritik bu aşamada. Benimki "bir yetişkin artı bir küçük çocuk" kategorisi. Kişi başı 15 kg kargo, artı 8'er kilo kabin bagaj hakkını sonuna kadar vermek ama bunu yaparken taşınabilir boyut ve adette bavul planlamasını gerektiriyor.  

İkinci aşama fiziksel etap. 30+16 kilo bavul ve sırt çantası kombinasyonu ile havaalanına erişmek; bavulları omuzlayıp güvenlik bandına yüklemek, indirmek, 30'unu kargoya teslim etmek, 16'sını uçağa kadar taşıyıp kabin dolabına tıkıştırmaya çalışmak. Tüm bunları yaparken çocuğu bir yerlerde unutmamak. Gerektiğinde onu da taşımak. Uçaktan inişte aynı işlemi bu defa tersine yapmayı içeriyor.

Strateji önemli demiştik ya battal boy bavulda maksimum kilo taşımaya çalışmak da işte böyle sevimsiz sonuçlara sebep olabiliyor.

- Anlıyorum. Gerçekten de gelecek vaat eden bir spormuş. Özellikle bizim açımızdan. (Biz bu hanımla daha çook görüşürüz. - Doktor iç ses)

Ah bi de spor yapsam! Yaba daba daba dibi dibi dum...


* Bu yazı; gelecek vaat eden bavulculuk sporuna gönül vermiş, dünyanın dört bir yanına yayılmış #gocmenkadinlar'a ithaf edilmiştir. <3




5 Mayıs 2021 Çarşamba

Kurabiye

"Hemşire sen bize neden bunlardan yapmıyon yahu?" diye bir mesaj, bir adet Instagram post'u ile birlikte.  

Sevgili hemşirem, pek muhterem bir numaralı blog komşumun canı kurabiye çekmiş akşam akşam. 

"Şeklinden ötürü mü acaba? Ne bilem." 

Cümleyi biraz sansürledim, sonra başım belaya giriyor. Tarifteki kurabiyeleri yapan ve yayınlayan beni affetsin. Ellerine sağlık, elbet çok lezzetlidir de o nasıl bir şekil vermedir? 

Tamam benim de deneysel bi takım pasta,  börek, yemek işleri yaparken şekilsel anlamda sabıka kaydım kabarıktır, hatta gönder beni Nailed It'e, kupa garanti. Lakin evde kalıp olmasa bardağı vurup şekil verebileceğin bir kurabiyeye, hele de içinde yüklü miktarda tarçın ve kuru üzüm olan bir kurabiyeye, yılan şekli vermeye çalışmak da ne bileyim. Gereksiz bir risk. 

Devamı "sen şeklini farklı yap işte" ara gazı, itina ile konuyu soğutma ve kapanış.

Ertesi gün neredeyse tamı tamına aynı saatte (18:51 - 18:53) yeni bir mesaj.  Bu seferki ürün baya baya iddialı. Adı cruffinmiş. Çörekle kruvasan arasında bir şey olurmuş kendisi. Hemşiremin bana olan inancı göğüs kabartıcı. Halbuki kendi de gayet iyi bilir. Seneler evvel, Almanya'da marketlerde satılan hazır hamurla kruvasan denemem olmuştu. Yapacağım tek şey hazır hamuru kutusundan çıkarıp, tarif edildiği şekilde düzgünce açmak, tırtıklı yerlerinden kesip kruvasan şeklinde katlamak, fırına vermek. Sonuç: hamuru tarif edildiği şekilde açma teşebbüsünde bulunmadan bodoslama kesmeye çalışmak suretiyle epik bir felaket. 

Hey heydi hey... Herkese 20'li yaş çelınc, Şaşkın'a yine börek çörek. 

Ben konuyu geçiştirdim sandımsa da hemşire olayı direkt bilinçaltıma havale etmiş. Sabaha kadar, yılan olmaya çalışırken ne oldum ben kurabiyesiyle uğraştım durdum. 

Sabah gözümü açmamla bizim kız Zafer'i soran Fatma gibi tepemde bitti. 

"Ne oldu bizim şifre işi? Geldi mi cevap?"

"Sana da günaydın evladım! Evet gelmiş de daha bir sürü şey soruyorlar hesabı kurtarmak için. Bi ayılayım  hele, halledeceğim onu da."

Kahvemi yaptım. Balkondaki masaya tükkanı açtım. Geçen yaz başında, bizim küçük ergen oyalansın diye, kedimiz Köpük'ün fotoğraflarını  paylaşması için açtığımız Instagram hesabının şifresi yine bizzat küçük ergen tarafından bloke edilmiş. Gel gör bağlı olduğu telefon numarası benim eski Romanya numaram. E-posta da tanımlamamışız hesaba. Epeydir aklına bile gelmeyen hesap; kağıt üstünde Yuki, pratikte Bıdık şeklinde çağrılan iki numaralı bitirim delikanlının eve gelmesiyle tekrar bindi ya kıymete, şifre de şifre.

Feysbuk sevgili blogumu spam belleyip beni tüm grup mecrasından bloklamaya kalktığından beri kendisi ile ilişki durumumuz karışık. Fakat kurtarmamız gereken bir hesap, mutlu etmemiz gereken bir çocuk var. Baltaları gömdüm, başladım kendisi ile gayet kibar, hanım hanımcık bir yazışmalar silsilesine. Form doldur, de bakalım diyeceğini diyor; en ponçik cümlelerimle dolduruyorum. Şunu yaz kağıda, tut elinde, çek fotonu yolla bana. Emrin olur Feysbukçuk diyorum, istediğin foto olsun. Güzel, çirkin demiyor, şaak çekiyorum yolluyorum. Lakin talepleri bitmiyor da bitmiyor. Uzun uğraşlar sonunda sınavı geçiyorum ve hesabı kurtarıyorum.

Hesabı tekrar kur, e-posta tanımla, telefon numarasını güncelle derken hemşireden yeni bir mesaj geliyor. Bu sefer konu başka ama o da ne? Kurabiyeler bilinçaltımdan süzülerek tekrar bilinç düzeyine çıkıyor. Büyücü müsün be kadın?

Ani bir dürtü ile kalkıyorum yerimden. O kurabiye hemen, şimdi, şu anda, ivedilikle yapılacak! Malzeme listesine bakıyorum. E bu bildiğin bizim "biskoço". Romanya yoldaşlarımdan İzmirli dostumun sevgili annesinin Sefarad mutfağından, bizim kızların birlikte yapmalara doyamadıkları, tarifinden limon kabuğunu çıkar, karanfil ekle; çiçek yağını zeytinyağı ile değiştir, biraz da kuru üzüm ekledi miydin oldu bitti. 

Malzemelerin tamamı da var mı var evde. Gözlemeci teyze şalvarımı göbeğimin üzerine çekiyor ve işe koyuluyorum ki Houston we have a problem... Tamam tanıdık, bildik bir tarif de bu karanfil denen şey nasıl yenilebilir kıvamda çekilecek? Sinemada patlamış mısır yerken sağlam dişi kırmış insanım nihayetinde, bir başkasını kurabiyeye kaptırmaya hiç niyetim yok.

Benim adam sağ olsun eve sarımsak girmesi yasak olunca havanımız da yok. Kahve değirmenim var ama kıymetlime karanfil kokusu sinmesini göze alamam. Neyse ki çözüm bizim işimiz. Tarifteki miktarda karanfili önce kahve filtresinin içine, onu da bir buzdolabı poşetine koyuyorum. Vuruyorum kafasına kafasına önce bir kavanoz, sonra da küçük bir merdane marifetiyle. Komşu teyze birazdan kapıda belirmezse iyi. Hala büyük parçalar var ama karanfil miktarını arttırıp parçaları çay süzgeçinden eleyince yetecek miktarda karanfil tozum hazır. Yürü be şaşkın kim tutar seni?

Burada kendime bir hatırlatma: Bir daha asla ve asla "aldığı kadar un" isteyen tariflere yanında küçük ergen olmadan girişme! Sonra bir elin hamur teknesinde; rahmetli babanın tek elle yapılacak tek iş üzerine özlü sözü kulaklarında, diğer elinle un paketi açmaya çalışır durursun. 

Kendime ikinci hatırlatma: Yani zaten ne diye küçük ergensiz kurabiye yapmaya kalkarsın ki sen? Bir daha aklından bile geçirme! 

Hamuru yoğurmuş, ellerime yapışan hamurları temizlerken küçük ergen mutfağa daldı ve yüzünde büyük bir hayal kırıklığıyla çığlığı bastı. 

"Nee kurabiye miii? Bensiz nasıl yaparsın, kötüüüü!"

"Evladım bi dur, açıklayabilirim. Memlekette ani bi kurabiye kurabiye kıtlığı hasıl olmuş, hemen başlamam gerekti. İhtiyaç büyük, sonra seninle de yaparız." dediysem de sanırım pek ikna olmadı.

Suratı salladı, dişi ergen hıhhhlaması eşliğinde odasına çıkıp, kapısını kapadı.

Sıra gelmişti şekil vermeye. Tarifteki kurabiyelerin tipine o kadar atıp tuttuktan sonra işimi şansa bırakamazdım. Bu kurabiyeler tadıyla olduğu kadar, şekilleriyle de cazip olmalıydı. Arkadaşımın annesinin yaptığı gibi ortası delikli, yuvarlak formda karar kıldım ve kurabiye kalıplarının olduğu kutuyu çıkardım. Tam bu iş için yapılmış bir kalıbım vardı ama karma olmasa da algoritmasından sual olmaz Murphy yine iş başındaydı. Onlarca kurabiye kalıbı arasında sadece ve sadece ihtiyacım olan kalıp kırılmıştı. Yılan olmaya çalışırken ne oldum ben kurabiyeleri zihnimin derinliklerinde hunharca kahkahalar atarken, silkinip kendime geldim. Dedim ya çözüm bizim işimizdi. Bir çay bardağı, bir de krema sıkma ucu yardımıyla işlemi tamamladım, inci gibi dizdiğim kurabiyelerimi fırına verdim.

Fırına verdim vermeye de ne tarifte ne de benim aklımda pişirme süresi yok. Tarif der ki üzerleri pişinceye kadar. İyi de bu yaklaşık ne kadarlık bir süre? Benim dikkat eşiğim zaten gözümün bir sonra gördüğü şeye kadar. İki dakika fırının başından ayrılıp tuvalete gitsem, lavabo ciflemeye kalkar oradan çamaşır toplamaya, derken başkasına geçer, gül gibi kurabiyeleri cayır cayır yakarım. Daha önce yapmadım mı? Yaptım. 

Mutfak saatini on dakikaya kurup, Mehmet Şef'ten azarı yiyen Masterchef adayı edasıyla fırının önüne çöküp kurabiyelerin pişmesini beklemeye başladım. On artı bir kaç dakika sonrasında bir tepsinin üstü, diğerinin altı biraz daha fazla pişmiş kurabiyelerimi fırından aldım.

Pişmiş kurabiyelerin kokusunu alan küçük ergen bir kez daha mutfağa damladı. "Bir tane alabilir miyim?" dedi. Onayı da kurabiyeyi de aldı. Tadına baktı ve "güzel olmuş ama ben daha güzel yapardım" dedi ve gitti.

Kurabiyeler sayıldı, kardeş payı yapıldı, bölünmezi küçük ergene bonus ayrıldı, komşu payı paketlendi, saati geldiğinde teslim noktasına indirilip teslim edildi.

Komşu komşu huuu. Kurabiyelerin geldi miii? Geldiiii... Olmuş muuu? Olmuuş...

Çelınc çelınc hep bana mı çelınc? Yarın 18:51'de görevini açıklayacağım, bekle beni bebeğim. 


Etiketler

#100.Yıl #29Ekim (1) #ağacımadokunma (1) #AilemizinGurusu (1) #anılar (7) #ArtRecreation (1) #ayrıyazılır (1) #bavulculuk (2) #benimadam (2) #BigSis (1) #bing #ai (1) #Caillou (1) #canımbabam (1) #coronatürmort (1) #Covid19Günceleri (3) #Dark (2) #dikkateksikliğisendromu (4) #doğruyazınkardeeeşim (1) #doğumgünü (3) #GameofThrones (4) #GeorgeR.R.Martin (5) #göçebe (6) #göçmenkadınlar (1) #gurbetçilik (7) #hemşire (1) #hemşirelik (6) #Hıdırellez (2) #içindenalmanyageçenyazılar (5) #İçindenAlmanyageçenyazılar (3) #içindenciddiyetgeçenyazılar (18) #içindenfilmgeçenyazılar (2) #içindenhüzüngeçenyazılar (1) #içindenistanbulgeçenyazılar (4) #içindenizmirgeçenyazılar (7) #İçindenMatrixGeçenyazılar (14) #içindenmizahgeçenyazılar (69) #içindenmutlulukgeçenyazılar (6) #içindenromanyageçenyazılar (2) #içindenşarkısözügeçenyazılar (31) #içindenşiirgeçenyazılar (17) #ileridönüşüm (2) #kafamaneredenesersekuşağı (5) #karantinahalleri (3) #Kayu (1) #kedigünlükleri (4) #kendimenotlar (8) #kim-olduğunu-bilirsin-sen (5) #küçükbirader (2) #küçükergen (9) #küçükkankam (7) #küçükördek (20) #lakap (1) #lost (1) #Marduk (2) #mercekbulut (1) #mim (10) #mindfulness (1) #mutluluk (2) #mylittlefeltstuff (4) #özürdilerimsezenaksu (1) #RIP (11) #seçmesaçmalar (1) #sevgiligünlük (1) #sevgililergünü (2) #SeziKalkavan (1) #soneryalçınlütfenbanakızma (1) #sonhavabükücü (2) #sonsuztemizlikdöngüsü (5) #şaşkın (41) #ŞaşkınınADHDGünlüğü (7) #ŞaşkınınAÖFmaceraları (10) #ŞaşkınınBayramÇelıncı (4) #şaşkınınsevgililergünüdileği (3) #şaşkınjunior (1) #şaşkınmutfakta (6) #tatil (1) #telekom (1) #uykusuzluk (1) #ValideSultan (18) #vallahidebunlarhepmizah (1) #yapayzeka (1) ArtRecreation (1)