Sayfalar

12 Aralık 2023 Salı

Kafama Nereden Eserse Kuşağında Bugün- Yine Yeniden

Bir yeni Kafama Nerden Eserse Kuşağında Bugün'e hoş geldin sevgili okuyucu. Peşinen söyleyeyim bundan sonrası alemlerin ağır abisi John Wick hakkında ağır spoyler içerebilir. Son filmi taa Mart ayında vizyona girmiş seriyi henüz izlemeyip de "vay efendim ben tam da izleyecektim, oldu mu şimdi" diyecekleri sakince kenara alalım. 

"İlk ben izledim ki" spoylercılarından kendim de haz etmediğimden, yazıya girişmeden önce araştırmacı bılogırcılık kimliğimle üşenmedim sizler için spoyler zaman aşımı süresi neymiş araştırdım. Spoyler uyarı etiketi süresi TV dizileri için beş, filmler için yedi günmüş. Kaynak güvenilir mi bilmem ama onlar da üşenmemişler uzun uzadıya yazmışlar. Eforun hakkını verdim. Hem süre makul hem de işime geldi, hemencik ikna oldum. Eh bizimkinin üzerinden dokuz ay geçtiğine ve uyarımı da yaptığıma göre artık hakkında rahatça sallayabilirim.

Keanu Reeves'in esrarengiz bir alternatif bir evrende dur durak bilmeden, sinek avlar gibi adam öldürdüğü ilk üç filmi Amazon'da izlemiş, dördüncüyü dört gözle sinemada izlemeyi beklerken filmin 2 saat 49 dakikalık süresini duyunca izlemeyi dijital platformlara düşmesine bırakmıştım. Üzgünüm Keanucum ama senin yüzün suyun hürmetine bile o kadar saat sinemada oturmaya sabrım yok. Evet, sinema ta çocukluktan büyük aşkım ama artık o modern salonlarda ne o eski büyüsü kaldı benim için ne de süreleri git gide daha uzayan filmleri bir oturuşta bitirmeye tahammülüm.  Evlerde büyüyen ekranlar, artan görüntü ve ses kalitesi, dijital platformların sağladığı rahatlık, ilerleyen yaş, artan dikkat eksikliği, Halivud'un aksiyon filmlerini sinemada 3D zırvalığına mahkum etmesi, gözlüğün üstüne gözlük işkencesi gibi faktörler de sinema keyfini eve taşımaya diğer sebeplerim oldu yıllar içerisinde. Son darbeyi de, itiraf ediyorum, Romanya'da molasız, 4D izlemeye çalıştığım Dr. Who'da neredeyse altıma kaçıracak olmam indirdi. Filme girmeden hunharca bünyeye indirdiğim su ve kahvelerin hakkını verecek bir mesanemin olmaması, bu bilgiye sahip olmama rağmen şuursuzca içmeye devam etme aymazlığım ve ülke olarak taharet musluğundan sonraki en büyük icadımız "15 dakika sinema molası"nın yine taharet musluğu gibi dünyanın geri kalanında hala uygulama alanı bulamayışı gibi dış iç ve dış mihraklar da böylece en eski aşkımla arama girenler listesinde yerini almış oldu.

Yağmurlu ve amaçsız bir cumartesinin hakkını güzel bir film ile versem diyerek geçtiğim tv'nin karşısında günün sürprizi yine lanet-gelsin-Amazon'dan geldi. Kendisi ile bir süredir devam eden husumetim nedeniyle tv'sine de bakmıyordum epeydir. Çok-Acayip-Şahane-Muhteşem-Kasım çılgınlığından kedi maması ve kumu hariç alabildiğim topu topu tek bir vok tavayı 3 hafta teslim etmeyip, tüm aramalarıma ve mesajlarıma eski sevgili gibi ghosting muamelesi yapması, nihayetinde bu arada yüzde ellinin üzerinde zam görmüş ürüne cebren ve hileyle iade işlemi başlatması nedeniyle kendisiyle ilişki durumumuz karışık. Lakin listede John Wick: Chapter 4'ü görünce, ilişki durumumuzu hızlıca bir gözden geçirdim. Vokun ağlattığını bari John güldürsün dedim. Yine ikna oldum. Biraz kolay mı ikna oluyorumdur nedir?

Chapter 4 önceki filmleri aratmayacak bir tempo ile alemlere bilenmiş John Abimizin çölde at üstünde patır patır adam avlaması ile başladı. Adamceğiz ne güzel EYT'sini koymuş cebe, takılıyordu evceğizinde, o köpeği öldürmeyecektiniz be hacı. Kim bilir daha kaç yiğit niyazi olacak böyle böyle ellerinde?

Bill Skasgard'ın psikopat Marki'si şık bi detaydı, Caine ve Shimazu destansı. Continental'in yıkımı üzdü ve film vizyona girmeden sadece bir hafta önce ani bir kalp krizi ile aramızdan ayrılan Lance Reddick'in ikonik karakteri Charon'un da filmin hemen başında ölmesi ise ne yalan söyleyeyim hüzünlendirdi.

Yalnız, başına konan ödül milyor milyor artan John Paris'te bi sokaktan diğerine gidene kadar izlemediğimiz aksiyon kalmamışken kendisinin çölden, Osaka'ya oradan New York'a, ardından Berlin'e, derken Paris'e nasıl ve hangi vasıta ile seyahat edebildiğini yine bi türlü çözemedim. Tamam evren esrarengiz, dört film sonunda hala ne idüğü belirsiz bi evren. Adamın başına gelmeyen kalmıyor yine de ölmüyo, superhero gibi bişiy olsa gerek ama kıtalar arası lojistik işini nasıl hallediyor kısmı hala büyük muamma. Bi bakıyoruz hoop bi yerde oradan hoop başka bi yerde. Yahu yönetmen bey nasıl bi evren bu? Işınlanıyolar mı, portaldan mı akıyolar,  gözlerini kapatıp topuklarını birbirine mi vuruyolar,  ol diyo oluyo mu, nasıl oluyo bu iş? 

Bir diğer konu da adamlar kulübün ortasında bıçaklı, kılıçlı, tekmeli tokatlı silahlı birbirini haklarken ortamdaki dans etmeye dur duraksız devam eden insanlar. Onları da dünyada tüm o iklim krizi, savaşlar ve diğer saçmalıklar olurken umarsızsa yaşamaya devam eden biz insancıklar olarak okumlayıp yine bi hüzünlendim. Yaşlandım mı ne? John Wick izlerken hüzünlenip duran insan da ne bileyim...

Dövüş sahneleri yine epikti, lakin 2 saat 49 dakikalık süre boyunca bazı sahnelerde Gen Z gibi 3x - 4x mi izlesem diye düşünmedim değil. Filmi John Wick'in bir filmde öldürdüğü kişi sayısı kadar durdurup 3,5 saate yakın bir sürede tamamlayabildim. Bu arada son filmde sadece John'un öldürdüğü  kişi sayısı 151'miş ve dört filmin toplam skoru 438. Oturup da saymadım elbet, sayanların yalancısıyım. 

Filmin sonundaki o numarayı da yemedik Sayın Yönetmen Bey. Beşinci filmde Keanu artrit olur da merdivenlerde koşturamazsa diye cepte tutalım dediğiniz genç ve köpekli eleman ile intikam ateşi küllenmesin bacısını önümüze atıp, John Abimize helva kavuracağımızı sandıysanız yanılıyorsunuz. Ya da lütfen ama lütfen öyle olsun diyeyim, bi de yeri gelmişken bu görsel şölen için yapımda ve yayında emeği geçen herkese teşekkür edeyim. :)


Bir Kafama Nereden Eserse Kuşağı daha burada sona ererken, siz değerli takipçilerime esenlikler dilerim. :))


Okumak İstersen:

Dip Not:

Görsel sadece metin tanımlama girilerek Mojo AI ile Canva'da oluşturuldu. Görsele sonradan eklediğim başlıkta kullandığım yazı karakterinin adının A Day Without Sun olması ise tamamen şanslı ve tatlı bir tesadüf. 

18 Kasım 2023 Cumartesi

Ben Bu Filmi Daha Önce de Görmüştüm

Ben bunun aynısını daha önce de yaşamıştım temalı yıllık iznimin ikinci yarısının neredeyse sonuna gelmiş bulunmaktayım. Evde boş boş oturup pinekleme, hunharca çitlemelik dizi izleme, yine bol miktarda yıkanıp da mevsim farkına rağmen hava muhalefeti nedeniyle kurumak bilmeyen çamaşırlar, kuruduklarında bitmek bilmeyen ütüler, yarım yamalak temizlik çabaları, tatilden beklentisini sadece "uyumak" olarak beyan eden bir ergen, tatilin belki de tek kazananı- nereye gitsem stalker edasıyla peşimden gelip, oturduğum anda üzerime çöken kediler. Velhasıl ben bu filmi daha önce de görmüştüm.

Tek fark, bu defa bir çelınca dahi lüzum görmemem ve belki de bundan sebep ilk bir kaç gününde işten pek yakayı kurtaramamam olabilir. Ruh durumum parçalı bulutlu olduğunda blogdan uzak durmam da cabası. "Yazmayınca okumama huyumu bari bir yoluna koysam en azından" diyorum kendime ama o da gökkuşağının çıktığı bir gündeki başka bir çelıncın liste başı olsun, bu seferlik mazur görün Şaşkın'ı sevgili komşularım. 

Çelınc olsun olmasın bu tatili de en azından bir yazı ile taçlandırabilsem diye zorluyorum kendimi. Fonda Cranberries albümü çalıyor. Ahh Dolores, turna yemişli kekim, nasıl da erken ayrıldın aramızdan. O iç titreten hüzünlü sesin çok da yardımcı olmuyor açıkçası neşeli bir şeyler yazmaya. "Bu böyle olmayacak, abi azıcık göbek atalım yaa..." diyerek soluğu bir yutub, İnji'de alıyorum. Göbeği oturduğum yerde atıp bu sırada ilhamın parmaklarımın ucuna dolmasını beklerken telefondan gelen bildirim sesiyle dikkatim dağılıyor. 

Duolingolingoşişeler'de Erkenci Kuş Sandığım hazırmış. Ödülü bedavadan alıp bir derse katılmamak olmaz elbet. İlk seti tam puanla tamamlamanın gazıyla, bir tane daha yapıp, yazmaya geri dönüyorum. Diğer sekmede İnji yerini Dirty Dancing albümüne bırakmış. She's like the wind çalarken biraz da gençlik aşkım Patrick'e hüzünleniyorum. O hüzünle melun melun etrafa bakınırken gözüm yine telefona takılıyor. İyi de sandığı açmamışım, açmayınca çarpı iki puanları da almamışın ki ben. Boşa gitmesin puancıklar diyerek iki ders daha tamamlıyorum. Artikellere bir kez daha en derin saygılarımı saydırmayı, pardon sunmayı ihmal etmiyorum.

Gün geceye kavuşuyor. Sonunda pes edip, kısık da olsa çalıştırdığım kombi önce evi, sonra içimi hafiften ısıtmaya başlıyor. İşle başlayan bir sohbetin, akabinde anında yeni bir hobiye evrilecek tavsiyeyi beraberinde getirmesi ise tatile işi taşı(r)manın sürpriz hediyesi oluveriyor. Yeni oyuncağım Adobe Üretken Yapay Zeka marifetiyle bizim Yuki Oğlan minnak bi şövalyeye dönüşüveriyor. 

Toraman Kara Bela Yuki Oğlan

Kendi fotoğrafım üzerinde yaptığım bir kaç denemede beni yaşlı ve çirkin kadın ya da genç bir erkek yapması ise ne yalan söyleyeyim hassas kalbimi bir miktar incitiyor. Yapay zekayla bile gençleşememenin acısını kalbime gömüp kendimi yeni kedi çalışmalarına adıyorum. Çıkan sonuçların çılgın şirinlikleriyle bir nebze gönlümü almayı başarıyor YZ.

Romen Prensesi Köpük Hanım


İstanbullu Fıstık Kız


İzmir Güzeli Paspas Hanım


Yazıyı yayına vermek üzereyken dışarıda hava patlıyor. Fırtına, şiddetli yağmur ve AFAD uyarısına dahil daha ne ararsan. Son Hava Bükücü adının hakkını bir kez daha hakkıyla veriyor ve tam da bir Şaşkın tatiline yakışır bir kapanış yaşanıyor.

 

Önceki Tatilde Neler Olmuş Okumak İstersen:


Dinlemek İstersen:









29 Ekim 2023 Pazar

#ÇokYaşaCumhuriyet

Balkanlar ve Kafkasya'dan taşıdıkları köklerini, kendilerine yeni yurt eyledikleri İstanbul, İzmir ve Bursa'da tekrar kökleyen bir soyun,

Cumhuriyetin 6. yaşına doğmuş bir babanın, 

Son 80 yılına şahitlik eden bir annenin,

Son 49 yılını bizzat deneyimleyen 

Atatürk sevgisi ve Atatürk'ün cumhuriyet değerleriyle yetişmiş kızıyım. 

Vizyonu çağının çok ötesinde bir lidere sahip olmaktan büyük bir gurur, kendisine bize armağan ettiği cumhuriyet ve cumhuriyetin tüm kazanımları için her daim şükran duyuyorum.

Başta Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal olmak üzere; açtığı yolda yoluna yoldaşlık eden, gösterdiği hedefe hiç durmadan yürüyen, bugün Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutlayabilmemizi mümkün kılan tüm kahramanlara sevgi, saygı ve minnet ile...

29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız ve Cumhuriyetimizin 100. Yılı kutlu olsun! #ÇokYaşaCumhuriyet


13 Ağustos 2023 Pazar

Bir Tatil, İki Çelınc, Bir de Z Raporu

"Ben dünyaya mutlu, kaygısız bir hayat sürmek için değil büyük eserler yaratmak için gelmişim."

İmza: Beethoven

"Ben dünyaya tertipli, düzenli bir ev hayatı sürmek için değil göçebe yaşamak için gelmişim."

İmza: Şaşkın

Tatil gibi çelınc da olmayınca olmuyor sevgili blog. Tatilin bitmesine bir şafak kala kendim ettim kendim buldum duble çelıncımın birisinden çaktığımı itiraf ediyorum. Arada bir telefondan maillerime göz atsam da iş bilgisayarını açmamayı başarıyorum. Lakin ev toplama ve eve usulünce yerleşme etabı çoğunlukla hüsranla sonuçlanıyor. Başlayıp da bitirebildiğim tek görev salon tül perdelerinin yıkanması olurken, diğerleri hep yarım yamalak olarak kayıtlara geçiyor. Hoş zebra storların yıkanmaya gönderilebilmesi son cumartesiyi bulunca perde görevi de aslında tam olarak tamamlanmamış oluyor ama kendime az da olsa kredi verebilmek için görevde parçalı seçicilik yapıyorum.

"Bu defa olacak bak, bu işi başaracağız" telkinleriyle giriştiğim; büyük miktarla benim, bir miktar da azman oğlan Yuki'nin marifetiyle çıfıt çarşısına dönmüş gardrobumu düzenlenleme görevini hava muhalefeti sabote ediyor. "Bu çöl sıcağında yarım saate kururlar, sonra da toplar temiz temiz kaldırırım" diye diye çamaşır sepetine doldurduğum yığınlar, havanın aniden kapayıp yoğun bir neme boğulmasıyla günlerce kurumak bilmiyorlar. Her gittiğim yerin havasını değiştirmek suretiyle kazandığım Son Hava Bükücü lakabımın hakkını yine veriyorum. Bu defa bir yere gitmeme bile gerek kalmıyor, tatile girmiş olmam yetiyor. 

Taşınırken çekmecelerin içinden büyükçe bir kutuya hunharca boşalttığım bir takım kırtasiye, evrak ve bilimum ıvır zıvır eşya, hepsini topluca çöpe atmama ramak kala, kendilerini iki yeni çekmecede buluveriyorlar. Bir kısmı yarı düzenlenmiş halde ilk çekmecede, kalanı karman çorman vaziyette, "amaaan bunları da sonra yaparım çekmecesinde. 

Seneler önce okuduğum bir röportajda "dünyayı titiz kadınlar kirletiyor" diyordu kendisine çok hak verdiğim bir uzman. Sosyal medya ve temizlik avcısı Kadir sağ olsun, bunların bir de erkek versiyonları çıkıp duruyor şimdi sürekli karşıma. Akışımda, nereden geldiğini anlayamadığım bir enerjiyle, haşır huşur temizlik yapıp duruyorlar. Yetmiyor sporlarını, yüz, vücut bakımlarınını da ihmal etmiyorlar.  Sevgili Instargam Kadir'i temizliği için değil, aşırı komik bulduğum için takip ediyorum. Bırak evi süper titiz temizlemeyi, kendimi kuru fırçalamayı; bazı geceler yüzümü yıkamaya mecalim olmuyor. Sıradan çinko karbon pillerimle bu Duracell bombalarını izlemek stres yaratıyor bünyede. Lütfen rica ediyorum sal beni diğerlerinden. Adam tatilden gelmiş; bavulunu önce buharlayıp sonra şakır şukur yıkıyor. Benimse üzerinden neredeyse iki hafta geçen iş seyahatimin bavulu daha ancak tam olarak boşalıp da yerini buluyor ama bu "yerini bulmak" içindekilerin bir kısmını hala kapsamıyor. 

Yarım görev listesinde sıralamaya bile giremeyenler var bir de. Bir evi yuva yapmanın ince detaylarından tablolar, taşınma kutusundan çıkıp da bırakıldıkları büfenin içinde, hüzünle yeni yerlerini beklemeye devam ediyorlar. 

"Sen ne yapmaya çalışıyor da yapamıyorsun bu kadar?" diye soruyor büyük bir şaşkınlıkla hemşirem. "Dolap, çekmece yerleştirme falan ama yok işte" diyorum "olmuyor, yapamıyorum". "Ben bu düzen ve intizam işini ne yapsam beceremiyorum. Bir türlü başlayamıyorum, başlayınca dağılıp bitiremiyorum. Günün sonunda yapamamış olmak da bende aşırı strese neden oluyor. Ben bu dünyaya eve yerleşmek için gelmemişim işte, bunu artık kabullenip, kendimi bu gereksiz stresten arındırmam gerekiyor". "Peki ne için gelmişsin, müdür?"diyor hemşire. "Ne bileyim; elimde bavulum, sırtımda çantam otel odalarında gezgin, göçebe bir hayat için ve bu anormal maaş, kira dinamiğinde pek yakın bir gelecekte olacak olan da bu belki de." 

Konuşmanın hemen ertesi sabahı Instargam algoritması takip etmediğim bir hesaptan karşıma çıkarıyor bu post'u.

Photo credit: https://www.instagram.com/p/CvLMLN8yq_g/
 

* Stres ve rahatlama kelimelerinin birleşiminden oluşan ve Türkçeleştirmeyi başaramadığım bu uydurmasyon kelime "o esnada sizi strese sokan şey üzerinde çalışmadığınız için, dinlenme/rahatlama eyleminin burnunuzdan fitil fitil gelmesi ve sizi daha bi çok strese sokması"  anlamına geliyor imiş. "Rahat totona mı battı" özlü sözümüzün, az daha süslenip fiil haline getirilmişi özetle.

Bir haftadır yaşadığım karın ağrısını bilfiil fiil yapmışlar. Post yapıp gözüme sokmuşlar. Sonra Şaşkın Hanım hep diyorsun matriks de matriks, hadi bakalım buyrun vat is matriks? 

Yazı bitmeden bir gece daha sabahına kavuşuyor. Acar muhabiriniz son şafağın sabahından bildiriyor. Havada hafiften ödevini yine tatilin son gününe bırakmış tembel öğrenci gerginliği. Lakin balkon serin, kahvem güzel. Eveet eller havaya, hep beraber söylüyoruuuz: "işlere vur bir zımba, rumba da rumba rumba..."(O esnada Şaşkın: rumba, roomba, robotu açıp yerlerin kabasını alma fikri çık kafamdan..)


8 Ağustos 2023 Salı

Sahi Ya Hakikaten Neden?

İş yerinde sene-i devriyemiz dolunca payımıza düşen yıllık izin hakkımızın şahsıma düşen ilk yarısını icra eylemek üzere evdeyim. Gönül isterdi kızgın kumlardan serin sulara atlayayım, şezlongdan kitaplı, ojeli sıtoriler paylaşayım. Bazen sadece olmaz ya da öyle olması gerekir. Darısı önümüzdeki maçlara. Tatilin iyisi kötüsü olmaz neticede; hakkını da bir şekilde vermem lazım nihayetinde. Bak sen, mani gibi konuştum yine. Falım sakız bak sen işine.

Şaşkın'ın dünyasına az biraz aşina olanların tahmin edebileceği üzere, bu tatilin hakkını verme yolu kendim ettim kendim buldum çelınclarından geçiyor.  Yoooo, bu defa her güne bir yazı çelıncı yapacak değilim Sevgili Komşu. O bir kereye mahsus denendi, bitti çılgınca ve bu tatilde zihnim böyle bir şartlamaya razı değil. Kendisini serbest bıraktım, yazarsa arada ne ala.

Bu defaki çelıncım duble: iş bilgisayarını hiç bir surette açmamak ve bir sene olmuş yerleşemediğim eve artık bi zahmet iyice ve usulünce yerleşmek. İlkini sanki bu defa başarabilirim gibi de tam bir ADHD çukuru olan ikincisinde bahisleri kendime yatırmazdım sanki. Üstelik listeye ikinciyi yaparken kendimi sakatlamama, ofise yorgun argın dönmeme gibi koşulları da eklemem gerekiyor ama ne yalan söyleyeyim bu konuda da kendime çok güvenemiyorum. 

Hem fiziksel hem de mental olarak aşırı derecede yorgun olsam da bomboş oturmak bünyeme aykırı. İlle kendimi şuursuz bir aksiyon içerisinde bulup, dertsiz başa çeşit çeşit, rengarenk çoraplar öreceğim. Yoksa aklı selim bi insan neden gece yarısı, deli dürtmüş gibi, mutfak penceresine plisel perde aparatı uydurmaya çalışsın? Gavurun aparatı senin Törkiş pimapen kapına olmuyor işte, bu neyin artizliği? Hadi söktün ettin, bi şekil şükül, bari doğru dürüst çift taraflı bant almayı becereydin. Ya da uyusaydın da az dinlendireydin şu neler ettiğin bedeni a zalım.

Hafta sonunu kapsayan ilk iki gün evde; kavurucu sıcaklarda otobüsteki dayılar gibi buram buram terleyerek, yan gelip yatma ile perde sökme, yıkama, asma, aman da yeni sezon dizilerim gelmiş haydi maratonayla şu yerleri bi süpürüp viledalayayım, koltukları aha da böyle çevirsem olur muydu ki marjinal geçişleri arasında geçip gidiveriyor. Sıcaklık ferman dinlemiyor, bu yaz günü çok acı. Evden dışarı adım atmadan vücudumdaki tüm hücrelerimden ve gözeneklerimden 49 yıllık terimi bir hafta sonunda akıtıyorum. 

Tuvalette okuyacak bir şey bulamazsa etiket okurgillerden gözlerim pembe bir şişeye takılıyor bir ara. "Memleket ekönömisinin malum durumunda acaba muadil ürün almayı çok mu abarttın Şaşkın, Neden marka deterjanı ne ara, nerden buldun da aldın?" diye hayatımı sorgularken buluyorum kendimi. Yaşlı gözlerim bunun aslında bir yumuşatıcı olduğunu, Yumoş'u ve göbüşünden sansürlü emektar ayıcığını seçiyor epey sonra. Mesleki deformasyon kısacık bi molada bile yakamı bırakmıyor. Etiketi yapanı ayrı, onaylayanı ayrı merak ediyorum. Sahi ya NEDEN böyle şeyler yapıp, bizim aklımızla oynuyorsunuz pek sayın reklamcı hanımlar beyler? 

Sahi ya hakkaten Neden? Hani yaptınız böyle bir şey; sanki sonuna 
bir soru işareti falan eklese miydiniz? Sadece soruyorum. :)

 

31 Temmuz 2023 Pazartesi

Geçip Giden Zamanları...


Zaman ve beden algısı nicedir ara ara kafamı bırkalayan konulardan biri. O ne ola ki derseniz: insanın kendini küçükken büyük, büyüdüğünde küçük, küçükken kendinden büyükleri çok büyük, büyüdüğünde kendinden küçükleri kendine akran görmesi fenomeni diyebilirim kısaca. Epeydir çeşitli vesilelerle yazmak istediğim konulardan biriydi de Netflix'de yayınlanan Wham! belgeseli ve izlerken bende bıraktığı duygular oldu sonunda yazdıran. 

Andrew Ridgeley ve George Michael'dan oluşan Wham! grubu 80'ler Türkiye'sinin şartlarında ne kadar popüler olabilirse o kadar popülerdi ama yabancı pop müziği biraz Sezer Cumhur Önal'dan, biraz Blue Jean dergisinden, biraz da iki kanallı Yunan televizyonundan takip eden bizlerin gönlünde yeri büyüktü. Komşu kızı H. pek çokları gibi Georgecuydu da doğuştan muhalefet ben aynı doğum gününü paylaştığımız Andyci. Dergileri ve kasetleri H. alır, o okuyup dinledikten sonra sıra bize gelirdi.

Annelerimizin kuşağı için Beatles'ın, çocuklarımızınki için One Direction'ın dağılması gibi bir şeydi biz kendilerini tam keşfetmişken dağılıvermesi. Double kaset olarak çıkan o efsane son albümleri The Final'ı, dağılmanın asılsız bir söylentiden ibaret olmasını umarak, buruk bir heyecanla beklemiştik.

Zihnimde o günlerin yansımasında bir geç kız var, George ve Andy de yaşını başını almış yetişkin erkekler.  İşin şaşırtıcı gerçeğini ise belgesel çarpıyor bir anda yüzüme. The Final albümünün çıkış tarihi 1986. Şaşkın henüz 12 yaşında bir ergen adayı, yüzlerinde ergenlik sivilceleriyle George ve Andy ise topu topu 23 yaşındalar. Bir yıl sonra, George Michael kişisel tarihime satın aldığım ilk albüm olarak giren,  Faith'i çıkardığında yaşım benim Küçük Ergen'le bir, George'unki ise yeğenimle. Bir onların bugünkü hallerine bakıyorum, bir de zihnimdeki ergen Şaşkın ve George'a. Birşeyler oturmuyor yerine.

İlerleyen yıllarda George'un dolaptan çıkması annelerimiz için Rock Hudson, bir sonraki nesil için Ricky Martin benzeri bir şok dalgası yaratsa da bünyemizde, romantik şarkıların prensi olarak yerini korumuştu gönlümüzde. Ve 2016'da, şu anki yaşımdan sadece 4 yaş büyük olarak, veda edip gitti bizlere. Ölüm haberini alışım dün gibi aklımda. Bir twit bırakıyorum dünün Twitter'ı bugünün X'ine. George artık hep 53 yaşında, ben ise bir ay sonra 43. Halbuki 60'larının ortasındaymış gibi düşünmüşüm niyeyse. Birşeyler hala oturmuyor yerine.



Bundan yaklaşık bir on sene kadar önce, Valide Sultanla genç kızlık kankisi, nurlarda uyusun sevgili G. Teyze bir kapı önü sohbetlerinde, kıkırdayarak bir maceralarını anmışlardı "yaşlanınca torunlara anlatırız" diyerek. "Geldiniz yetmiş yaşınıza yahu, daha ne zaman yaşlanacaksınız?" demiştim en küstah, en patavatsız halimle. "Terbiyesiz, genciz biz daha" diye yapıştırıvermişti cevabı Valide Sultan. Bugün 80 yaşında onun yine aynı cevabı verme ve biz çocukları için de ne yalan söyleyeyim arada kendisini 20-30 yaş genç sanma potansiyeli var.

Bir dönüp üniversiteden yeni mezun olmuş, kendini bir şey sanan 21 yaşındaki Şaşkın'a bakıyorum. Bir de dönüp 24-25 yaşında daha çalışmaya yeni başlamış günümüz gençlerine. Diyorum en fazla bunların lacivertiymişsin işte, ama gel gör yaşanırken hiç öyle değil.

Küçük Ergen diyor ki "ha 49 ha 50, yarı yüz. Yaşlısın işte." Onun yaşlarındayken en fazla 30'ların sonlarında olan teyzelerimi nasıl da kocaman gördüğümü hatırlıyorum. Ben onların yanında neredeyse anane kalıyorum şu yaşımda.

Sevgili Komşu Günün Çorbası sormuş "yaşlandığını nasıl anlarsın" diye bak burada ve bu yorum bırakmışım altına:

"Shot bardaklarını evdeki velede rafadan yumurtalık olarak kullanmaya başladığım gündü sanırım sorunun cevabı bende. Ve evet, orta yaşlıdan hallice anne olanlar sınıfındanım. Yoksa o üzerime annelik olgunluğunun çöktüğü gündü de, uzun zamandır ortada bir shot bardağı bile olmadığı gerçeğine aymam mıydı tam olarak? :))

Bi de bunun iş versiyonu var ki sanki o daha bi acıklı. Yeni işe başlamışsın, ofisin taze çiçeği olduğun günler daha dün gibi, bi enerji dalıyorsun ortama. Mesai arkadaşlarının doğum tarihleri boomerlık level'ını belirleyene dek. Sonrası gençliğine saygı duruşu, yaşlılığın milli marşı Batsın Bu Dünya, kapanış. :))"

Anlamışım gibi bilmiş bilmiş yazmışım ama gerçekten anlayıp anlamadığım ya da hissedip hissetmediğim aslında şüpheli. Vücudumu hala 30 yaşımdaymış gibi sanarak hırpaladığım, beklentimi karşılayamadığı noktalarda aslını kabullenemeyişim şahit. 

Küçükken büyük, büyükken küçük hissettiğim
geçip giden zamanları bir yerlerde bulsam...
Sonra üzülsem, üzüldüğüme üzülsem
göz yaşıma dalıp dalıp gençliğimi hatırlarım... 


18 Temmuz 2023 Salı

Şaşkınca Aforizma

Bugüne, bitmeden söyleyeceğim tek bir sözüm var:

"Hiç kimse, hiçbir şeyi yapmasaydı, herkes çok mutlu olurdu."

-Şaşkın

Hadi bakalım size aforizma da yazdım, bıraktım buraya. Dileyen dilediği gibi yorumlamakta serbest.


16 Temmuz 2023 Pazar

Matrix Şansını Zorluyordu, Şaşkın Boyun Eğmiyordu

Sakin, ziyadesiyle tembel bir pazar günü. Sıcak, çok sıcak, daha da sıcak olacak diyorlar. Sıcak bir yandan Köpük'ün ısrarla hadi kalk da benimle ilgilen miyavlaması bir yandan, erkenden uyanıyorum. "Maman da var, suyun da, e öyleyse niye maaav" ünlemem koridorun tam olarak enine boyuna paralel ortasındaki sürprizle sona eriyor. Bir pazar sabahına kedi def'i haceti ile gözünü açmak gibisi yok ne de olsa. Olayın faili içlerinden hangisi bilemesem de savcısı Köpük Hanım bir an önce temizlemem konusunda ısrarcı. Ortalıkta görünmemeye çalışan Yuki Oğlan olağan şüpheli olarak kayıtlara geçiyor. İkisi de yapmaz normalde böyle şeyler ama akşam stres olmuştu yavrucaklar diyorum, hem yeri hem de tuvaletlerini güzelce temizliyorum.

Küçük Ergen, ergen saatiyle erkene tekabül eden bir saatte kalkıp Büyütannesine kahvaltıya gidiyor. Sözünü tuttuğu için gururlu bir teşekkür yolluyorum kendisine. Biz geride kalanlar evde kendimize serin bir köşe arıyoruz yayılacak ama nafile. Zaten mekan seçeneklerimiz de bir gece önce yaşadığımız macera sonrası yatak odasıyla kısıtlı.

Gece sıcaktan ter içinde, per perişan otururken uyduruk bir film eşliğinde; küçücük bir esintiden medet umduğumuz açık balkon kapısından minnak bir yarasa dalıveriyor bir anda içeri. Yarasa şaşkın, kediler şaşkın, ben hepten Şaşkın. Yarasa dönüp duruyor çılgınca salonunun ortasında ama bir türlü yolunu çıkış bulamıyor. Kediler önce avcı modlarını aktive edip hayvancağızı yakalamaya çalışıyorlar, sonra ikisi de bu tekinsiz davetsiz misafirden tırsıp bir köşeye siniyorlar. Bense ne yarasayı çıkarabiliyorum dışarı ne de kedileri. O hengamede birden gözden kayboluyor yarasa. 

Seneler evvel, hem de karnım burnumda hamileyken, benzer yaşanmışlıklarım var. Valide Sultan'la salonda oturuyoruz, doğuma az kalmış. Dalıveriyor bir cengaver içeri. Hamileyken kadınların kafası bi başka çalışıyor. Ya çocukla beraber kuduz olursak diye alıyor beni bir telaş. Kendimi yatak odasına kapatıyorum. Bir süre sonra Valide Sultan çağırıyor "çıktı, gel hadi" diyerek. İnanıp gidiyorum da başında oturduğum bilgisayar masasının arkasından, saklandığı yerden çıkıveriyor bizimki aniden. Apartman görevlimiz Super Mario Ahmet Abi, bir koşu gelip kurtarıcım oluyor eksik olmasın sonra.  

Daha günün sabahı haber okumuşum "AB'den kuş gribi uyarısı: kedileri, köpekleri dışarı salmayın" diye. Tecrübe de böyle olunca, önce kedileri çıkarıyorum salondan, sonra salonun her yerini iyice kontrol ediyorum, en nihayetinde de saklandıysa bir yere diye imtina ile salonun kapısını kapatıp çıkıyorum dışarı. Bir pırpır sesi duysam geri gidip olaya müdahale edeceğim ama odaya gidince uyku ağır basıyor. Sabah ola hayrola...

"Eğer çıkmadıysa geceyi beklemen gerek" diyor, sabah durumu anlattığım hemşirem. Gotham'ı keşfe çıkmış Batman gibi kendisini göstermesini bekleyeceğiz madem, oturup odada blog yazayım diyorum. Kafamda günlerdir cümle cümle demlenen bir konu var yazmak istediğim. Bloga girince gözüm komşulara kayıyor önce. Oku, yorum yaz derken dağılıyorum yine. Araya reklam alıp, kendimi mutfakta buluyorum bir anda. Bir hafta olmuş patlıcanları alalı bozuldu bozulacaklar, kapya biberler de keza öyle. İki domatesle birlikte fırına közlenmeye atıyor, sonra da salça ve baharat ilaveli ezme bir sos haline getiriyorum kendilerini. Akşam için difrizden çıkardığım kanatları marine etmek için sos hazırlıyorum arkasından. Terbiyeli tavuk restoranının acı sosunu da katar iken içine, paketi sıyırmak için parmaklamasaydım iyiydi diye içleniyorum yana yakıla. Baktım zaten yanıyor parmacıklarım, yoğuruveriyorum şöyle güzelcene kanatları sos ile. 

Cıkcıklama hemen lütfen hijyen teyze, 
Ellerim tertemiz. 
Bilimsel ispatını ne güzel anlatmış 
Nazan Hoca burada gel izleyelim 
Boldur laktobasillus bakterilerim benim
Lezzeti burdan gelir yemeklerimin 
Ben değil bilim söylüyor şekerim :)


Bir sos, bir tavuk soslama ve bir abuk şiir sonrası bir görevi daha başarmanın mutluluğu ve gururuyla blogun başına dönüyorum.

Konu başkasına evrilmiş çoktan. Diğerini taslaklara kaydet, buradan devam derken telefon geliyor tanımadığım bir numaradan.  Numara tanıdık değil ama arayan çok bi tanıdık. "Anne ben telefonumun pin kodunu kilitledim; merak etme yoldayım, geliyorum" diyor, otobüsteki birinden ödünç istediği telefondan benim Küçük Ergen pür telaş. Çok geçmeden geliyor da. 

Canı sıkılan ergen telefonunun şifresiyle oynarmış misali; bunu da gece gece birşey dürtmüş, ben yarasa kovalar iken o da şifresini değiştirmiş. Sonra da ne yaptığını unutmuş. Telefon da her nasılsa biyometrik girişi bloke edip şifre de şifre diye tutturmuş. Sim kodunu bloke etmiş olsa puk kodu var ama telefonun kodunu mümkünatı yok bulup da açamıyoruz. Samsung hesabına ulaşıp yapmayı deniyoruz iki korumalı giriş eski Romanya hattına mesaj atıyor. Samsung tabletinden hesaba erişmeye çalışıyoruz, tablet açılmıyor. Google hesabından telefonumu bul uygulaması üzerinden deniyoruz, telefonu buluyor ama blokeyi kaldırmıyor. Yaklaşık bir saatin sonunda pes ediyor ve yine Google üzerinden fabrika ayarlarına getirmek suretiyle telefonu yeni doğmuş bir bebek gibi açmayı başarıyoruz. 

Telefon pin kodu muharebesi sürerken iki arada bi derede fırına attığım kanatlar, patates eşliğinde pişiyor bu arada. Yarasa içerideyse bile gündüz gözüyle çıkmaz diye kendimizi ikna edip, Gossip Girl eşliğinde yemeği indiriyoruz mideye. Kedileri ne olur diye salona almayıp koridora sürgün bırakıyoruz.

Yemek sonrası Küçük Ergen'in ertesi sabah tekrar kaybolmaması için antremana gideceği okula keşif turuna çıkıyoruz. Giderken ben, dönüşte o yürüyelim diye ısrar ediyoruz. Nefes nefese çıkarken yokuşu, yürüme fikrini ilk ortaya atan kendime kallavi bir selam yolluyor, iki durak sonra gelen ilk otobüse attırıyorum kendimizi. 

Hava kararmaya yakın eve giriyoruz. Yapılmayan ütüler, Batman ve blog beni bekliyor. "Be heey gidi Matrix, daha üç gün olmuş tüm tuşlara basıp Mario gibi zıp zıp zıplatmışsın beni. Ondan survive etmişim ben, bu ne ola ki yanında" diyerek kendisine artizlik yapıyorum hafif yollu. Arada bir de kafamı salon kapısından sokup bakıyorum; hafiften tırsıyor, çıktı mı çıkmadı mı namussuz bir türlü emin olamıyorum. 



14 Temmuz 2023 Cuma

Matrix'te Absürt Bir Gün

Matrix'teki Sahip'in canı çok sıkılmış da dur şunu bi trolleyeyim diyerek tüm tuşlara bastığı günlerden biri bu sanırım. Yoksa bir güne bu kadar bahtsızlık, saçmalık ve ters giden iş sığdırılamaz.

Yumurta kapıya dayanmış ajanstan tasarım gelmez, tedarikçiden teklif. Gelen tasarıma yönetimden onay gelmez. Onayı olana ise teklif. Bir haftadır Azer Bülbül gibi titreye titreye çalışan ekran kablosu işlerin en curcuna halinde "e hadi bana iyi günleeer" çeker. Yenisi için çoktan verildi sanılan sipariş de anlaşılır ki aslında yoğmuştur. 

Sabah voleybol antremanına gidecek olan Küçük Ergen otobüsten beni arar. Daha varmadım diyince işkillenirim. Şunun şurasında topu topu 5 durak gidecek, yürüse gitse 25 dakikalık mesafe. Nasıl varamamış olabilir ki? Konum paylaşımına bir bakarım ki zat-ı şahaneleri tam tersi yönde yol almakta, tamı tamına 20 durak geride. Derim otur oturduğun yerde, ring sefer bu mecbur aynı otobüsle geri döneceksin. Oturur oturmaya ama bu defa da durak isimlerini karıştırıp bir durak sonra iner. Bir panik, bir telaş, zaten geç kalmış, ağladı ağlayacak. Telefondan konumuna baka baka komut vermeye çalışarak gideceği yeri buldurmaya çalışırım ama elemanda sağ, sol, ileri, geri, düz komutları çalışmaz. 

Tam onu adrese ulaştırır telefonu kaparım ki bu defa Valide Sultan arar. "Ben hastanedeyim ama senin dün yaptığın ödeme sistemde görünmüyormuş". Randevuyu almışım, parasını ödemişim, dekontu da göndermişim kendisine ama sistemde nasılsa  şeytan almış götürmüş, buhar olmuş. Derim ne yapabilirim ki te buralardan? "Doğru" der "ne yapabilirsin ki?" Kapatır bir telaş "tamam ben hallederim" diye mırıldanarak.

Öğlen olur o hengamede. Saat 12'yi geçmiş gene farkında bile değilim. Bari bi yemek yiyeyim kendime geleyim. Çorbamın içinden kocaman, kara bi kıl çıkar. Yarısından çoğunu içmeden çıkaydı bari derim da kime derim. Eh ulan Matrix! 

Tasarım da teklifler de hala gelmez. Yine telefon çalar, yine Küçük Ergen arar. Markete çıkmışmış ama ne olmuşmuş? Tabii ki anahtarını evde unutmuşmuş. Ben buna niye şaşırmıyorum? Sunduğum alternatiflerden alternatif beğenmez, hiç biri kombinine ya da saçı başına uymaz. En sonunda "senin ofise geleyim" der, lakin iki vasıta ile gelinecek yol tarifine benim ne gücüm yeter, ne de psikolojik durumum el verir. 

Dışarısı kırk derece falan, alev alev yanar. "Otur oturduğun yerde, ben gelirim eve" derim. Toplayıp tası tarağı, işi eve taşırım. 

Eve gelen Şaşkın uslu durur mu? Salon kedi tüyünden batmış çıkmıştır. Bilgisayar açılırken robotu çalıştırırım. İki defa üst üste su haznesini salonun ortasına bırakıp kuru kuruya çalışır. Matrix'in hakkı üçtür derim. Üçüncüde ancak başarırız el birliğiyle. 

Teklifler, onaylar, tasarımlar hepsi sonunda gelir ama hepsi geç gelir. İş bilgisayarını kapayıp Matrix'teki Sahip'e bir miktar saydırmak için emektar düldüle geçerim. Bu satırları yazarken gün biter. Veda ederim bu absürt güne, Sahip'e hitaben bir mani ile... 

Ey Sahip
eğlendiysen dün yeterince
bi sal artık beni yeni günde
bastın durdun tüm tuşlara 
şaştım kaldım tüm yaşananlara
gel anlaşalım şöylece
bitirelim bu saçmalığı güzelce
girdiğimiz şu cuma günü hatrına
yalvarırım zorlama sabrımı daha da




8 Temmuz 2023 Cumartesi

Bu Dünyadan Bir Serpil Geçti...

Ama ne Serpil... Kadıköy'ün çılgın kızı, İstanbul yıllarımın gülen yüzü, Kozmik ablam, Pictionary ortağım, paskalya çöreği severler kulübü başkanım, elmalı turtaya yeni ve eşsiz yaklaşımlar üstadı, oyalı da yazma bir kadına nasıl da yakışır uzmanı, Amazon savaşçısı, muzip, çatlak, bir tatlı serseri ruh... 

Artık taşıyamadığında yorgun bedenini, kuş olup uçtu gitti dün aramızdan. Yemyeşil bir dut ağacının altında vedalaştık bugün, bir sonraki karşılaşma vaktimize kadar. Bilirim, vardı bu hayatta yollarımızın kozmik bir kesişme nedeni ve yine arar bulur ruhlarımız birbirini.  Tembel tombul bir panda olmak onun da hoşuna gider bence bir sonrakinde ve Küba sahillerinde çılgınca dans etmek nirvana seyahatimizde.


2000'lerin başında, yirmilerinin sonuna yaklaşmış iki yaşlı ruhtuk biz sevgili hemşirem Evren'le ve yaşımız kadar yaşanmışlıkları olan gencecik bir ruhtu Serpilimiz yollarımız onunla ilk kesiştiğinde. Evren'in kozmik annesi, benim kozmik ablam olmasından başka ne açıklayabilir ki aradaki bu kadar yaş farkına rağmen böylesi derin ve keyifli bir dostluğu? 

Ne çok güzel anı, ne çok kahkaha var adının arkasına sıralanan. Sayfalar dolusu yazabilsem keşke de işte boğazımda kocaman bir düğüm. Biz çok ama çok sevdik be güzel ablam seni. Nurlarda uyuyasın, yattığın yer incitmesin...


1 Temmuz 2023 Cumartesi

Şaşkın'ın Bayram Çelıncı. Part 4 - The SON

Tek bir görselle tatilimin özeti
sevgili hemşiremden geliyor.

Bayramın son, yeni ayın ilk gününe bayıltıcı bir sıcağın tesirinde uyanıyoruz. Köpük the Çıtkırıldım Prenses, Göbek Reyiz Yuki ve ben. Temmuz mevsiminin hakkını verecek gibi, daha sabahın erken saatlerinden görünen.

Sabah kahvesi demlenirken bulaşık makinesini boşaltıyorum bir yandan. Tezgahı gün içinde hunharca doldurmamam için makine boş olmalı. Yapılacaklar listesi o piti piti  turnuvasının ilk kazananı Witcher, ikincisi mutfak, üçüncüsü ise banyo olmuş bir gün önce. Mutfak tertemiz, derli toplu. Görünen yerleri en azından. Keza banyo da aynı şekilde. Ertelemeyip yaptığım, yapabildiğim kadarıyla yetindiğim için mutlu ve gururluyum. Bir Marie Kondolamaca olamasa da Şaşkondo usulü diyebiliriz rahatlıkla.  

Kahveye gece gelen yorumlara cevap yazarak eşlik etmek istesem de gözüm sevgili komşularımdan Yüreğimin İklimi'nin son yazısının başlığına takılıyor öncesinde. Algıda seçiciliğimi seveyim. Diline, kurgusuna hayran olduğum, bir yazarla tanışmak istesen kim olurdu listemin ilk sırası Alper Canıgüz'ün Oğullar ve Rencide Ruhlar'ı.  Yazıyı bir çırpıda okuyup, yorumumu bırakmayı ihmal etmiyorum. Ne zamandır yapmadığımı fark ettiğim geleneksel Alper Canıgüz yeni kitap gugıl aramamı da yapıp, üzüntü ve muz kabuğu nidalarıyla tükkanıma geri dönüyorum. 

Benimki gibi mikro bir blogcuk da olsa blog yazmanın en keyifli yanlarından biri bana göre başka hiçbir mecrada olmayan bu konu komşu ilişkisi. Benim gibi uzun uzadıya aralar da versen, geri döndüğünde kaldığı yerden devam eden o ilişki dinamiği de yazma motivasyonum. 

Kahveni al gel bana/ Bloglar yazayım sana / Ciddili konularım yok ama / İade-i ziyarete gelirim sana*

Be hey sevgili komşum... O kadar çelınc yaptık, aralıksız tekmili birden tamı tamına 4 (yazı ile dört) ve hatta azcıcık aralıklıyı sayarsak 5 (yazı ile beş) adet yazı... Kahkahalarımızı  bitti**, Şaşkınca besteler bölümü olmayacak mı sandın?

Kendim ettim kendim buldum çelıncının sorumluğu üzerimde garip bir yük. Sanki o son cümleyi yazıp yayınlaya basamadan gün aniden bitiverecek de çelınc ortada, yarım kalacak gibi bir his. Halbuki çelınc da benim, tükkan da. 

Bayram bitmek üzere, tatil de... Çok şey yapmış gibi ama aynı zamanda hiçbir şey yapmamış gibi geçen günlerin dört buçuğuncusu da... Üzerimde bir yandan hiçliğin dinginliği, öte yanda bir oda dolusu ütüyü bir pazar gününe bırakmış olmanın gerginliği.

Gece onikiyi vurup da
Çelınc balkabağına dönüşmeden 
Bitiriyorum cümlelerimi burada
Bakarsınız bir sürprizle 
Tekrar gelirim
En kısa zamanda***

THE SON

Şarkıların orijinalini dinlemek istersen:

Nazan Öncel - Aşk Beklemez

** MFÖ - Gözyaşlarımızı Bitti mi Sandın

*** Nasıl yani? İçinden şiir de geçmeyecek mi sandın? :)




30 Haziran 2023 Cuma

Şaşkın'ın Bayram Çelıncı. Part 3

Yeni bir tatil gününe alışılmadık bir dinginlik ile uyanıyorum. Bugün güne yazarak mı başlasam, iki günde dağıtmayı başardığım mutfağa mı dalsam, günlerin emeğiyle çıfıt çarşısına dönen küçük odayı mı kırklasam, minnacık haliyle bir banyo nasıl bu kadar karışık olabilir sahi, ona mı girişsem? Yoksa hepsini bir kenara atıp, şöyle bir güzel camış gibi yayılıp Netflix'in bayram hediyesi Witcher 3. sezonun dünden artırdığım bölümlerini mi izlesem?

Günün ilk kahvesi zihnimi açıyor ve dünyevi sorumluluklarımı hatırlatıyor. Dünden verilmiş, taze sözlerim var; ilk açılan iş bilgisayarı oluyor. Bizde upuzuun tatil var diye tüm dünya duracak değil ya. 

İngiltere'den gelen maile verdiğim cevabın 
vınnn sesi yeni yeni silinirken kulağımdan, 
Çin'den hani bana hani bana 
mesajı gelmiş Vatzap'tan. 

Şiirimin devamı gelmiyor, bilgisayarın pili bitti bitecek şarj dolmuyor, zaten internet de çalışmıyor, elektriğin kesik olduğunu anlamam biraz vakit alıyor. 

Sana sözüm söz
o video bugün paylaşılacak 
Çinli kız kardeşim
böyle günler için değil mi
mobil internet paketim?

Hemşirem arıyor o sırada, laflıyoruz uzun uzun. Konumuz hasret, muhabbet ve hayatın bize beklenmedik sürprizleri.

Ne elektrik kesintisi sürüyor uzun ne de başladığım işi bitirmem sonrasında. İş için girilen sosyal medya hesaplarında, millet bu yaz çatır çatır ağğğbeee vizesi reddi yerken, benim randevu alma aşamasını bile başaramadığımdan gidemediğim etkinliğin fotolarına denk gelip içleniyorum bir miktar. Uzun sürmüyor içlenişim; burada olmam gerekiyormuş demek, gideriz elbet kısmetse bir sonrakine. 

İş bilgisayarı kapanıyor,  benim emektar düldül açılıyor. Mutfak, küçük oda, banyo ve Witcher hala beynimi gıdıklıyor. Ara ara yazıp, iki turluyorum evin içinde. Son zamanlarda istikrarla alıp, sonra da unuttuğum semizotu sebzesinin son temsilcisine rastlıyorum dolapta. Bu seferki dirayetli bir savaşçı çıkmış, hakkını teslim etmek için suya koyup yine dönüyorum yazmaya. 

Güneş göstermeye başladı yüzünü iyice, perdelerden sızmasın, Witcher'ı gece karanlığına bırakıyorum. Bırakırken de düşünüyorum bir yandan, sahi derdi ne ki bu Holivıd'ın çene gamzesine gurban Henry ile? Yok "Bond için pek bi şahane süperdi ama çok gençti o zamanlar seçmedik, ay ama şimdi de bize genç biri lazım bak cık cık", yok "vazgeçtik genç Superman senaryosu yazcez biz yaaa, hem bize mi sorduydu Witcher'dan ayrılırken?" Sen boşver o süper oğlanı, giyme o mavi donu daha da yiğidim. O sünepe Liam'ın oynayacağı bitcher'ın kaderini de bize bırak. 


Yalnız bu bir spoyler değil ama hissiyat; Witcher'ların hası Geralt'ı harcayacaklar sanki bu sezon sonu Matmazel. Ve lakin Liam'ı Geralt olarak göreceğine bu gözler, helvanı kavuralım elimizde ıslak mendiller...

Balkondaki ısının mouse kavurma moduna erişmesiyle bugünkü çelınc misyonumu tamamlamaya ve sıradaki görevimi belirleyebilmek için o piti piti yapmaya karar veriyorum. 

Yarın görüşmek üzere, hoşça kalın...




29 Haziran 2023 Perşembe

Şaşkın'ın Bayram Çelıncı. Part 2...

Tatil boyunca her güne bir yazı çelıncımın ikinci gününden selamlar, sevgiler pek muhterem blog komşularım.  

Üstat aklıyla tatil günü sabahın altısında uyanıp da yazmaya başlamayacak ve öğlene doğru da yayınlamayacaktım elbette. Çünkü gündelik hayattaki Şaşkın'lık, siz de gayet iyi bilirsiniz ki, çokça ertelemeyi, araya bolca reklam almayı, en sonunda da işleri ucu ucuna yetiştirmeyi gerektirir. İş hayatında ise süper gücünün pelerinidir de, o başka yazının konusu.

Bir yanımda Köpük, diğer yanımda Yuki, nasıl bir uyumaksa artık, gözümü açmam saat sekizi, yataktan kalkmam ise dokuzu buldu. Yatakta debelenerek geçen o bir saat değil, sabah kahvesini demlemek için girdiğim mutfakta burnumu gıdıklayan koku oldu hızlıca ayılmamı sağlayan. Şaşkın'ın bilim dünyasına armağanı, ev yapımı hızlı kovid testinden şükürler olsun başarıyla geçtim bu defa. İlk denememde tecrübe etme şansı bulamadığım fermente karabuğday kokusu meğer bizim tosuncuk oğlanın kum kabından hallice bir şeymiş. Tecrübe ettim. Kaldırıp cam kabın üzerindeki örtüyü, baktım zat-ı şahanelerine. Kabarıp, boza kıvamını da almış, sanki bu defa olacak da tam fermente olmuş karabuğday gerçekte neye benzer bilmediğimden üzerini tekrar örtüp, "olmamıştır ya bu daha" değerlendirme ölçeği ile kahvemi demlemeye koyuldum.

Hava bir kurban bayramının ikinci gününe yakışacak derecede bulutlu, balkon hala oturmaya elverişliydi. Bilgisayarı açtım, balkonda bir yandan kahvemi yudumlarken bir yandan komşu bloglara bayram ziyaretine gide koyuldum. Bugünün payına, bloga bir sıkımlık yazacağım cümlelerin epeyce bir kısmını yorumlara bıraktığımı fark edip az da bloga kalsın paniğiyle karabuğdayları kurcalamaya tekrar mutfağa girdim.

Defalarca, yarım yamalak izlediğim tarif videosunu bir kez daha yarım yamalak izledim. Değişen bir şey yoktu, Burcuks hala 8 ila 24 saat arası diyordu fermantasyon süresi için. Kaç saat olmuştu ki acaba? Bir gün önce üçlü bi saatte bızlamıştım da ikiye yakın bir üç müydü yoksa dörde yakın bir üç mü tabii ki hatırlayamadım. Üzerinde baloncuklar olmuşmuşsa olmuş demekti. Koku olacaktı, korkmayacaktım ama çok da kötü kokmayacaktı. Bilinmeyenlerin bilinenden çok olduğu bu fermente ortamda galip gelen yine "olmuştur bu yaa" değerlendirme ölçeği oldu. Yağını, tuzunu ekleyip kalıba aldığım hamurumsu yaratığın üzerini bari az biraz zengin göstersin gailesi ile bir miktar kinoa bezeyip fırına attım. 

Bu ekmeği ilk denediğimde zaten tüm proses baştan aşağı hatalı gitmemiş gibi bir de iki saatlik pişirme süresini, artık hangi bilgime güvenerek bilmem, fazla bulmuştum da kabuk piştiğinde içinin de pişeceğine ikna olup, süresinden önce çıkarıvermiştim fırından. Dışı kıtır ama içi çiğ, bu abuk ekmeği dilim dilim kızartma makinesinde kızartıp yemeğe çalıştıydım sonrasında. Hoş Covid'den ne burnumda koku, ne dilimde tat vardı da eliminasyon uğruna tüketmiştim ne yediğimi zerre anlamadan. 

Saati iki saat sonrasına kurdum ve mutfağı terk ettim. Kararlıyım, bu defa o fırına tamı tamına iki saat kesinlikle dokunulmayacak. Tarifin cıvıl cıvıl kahramanı Burcuks'a karşı, nedenini bilemediğim bir sorumluluk hissediyorum. Sanki bu defa da olmazsa kendisini hayal kırıklığına uğratacakmışım gibi. 

Ve evet, pişerken de baya bi kokuyormuş gerçekten bu meret. Ama ne koku!! Ev yapımı covid testim bir kez daha negatif sonuç veriyor. Yeeey!

İki saat pişme ve ardından dinlenme sürecinin akabinde sonuç görsel olarak gayet başarılı olsa da içi hala biraz çiğ gibi. Bu defa kovid free tadım testi hakkında düşüncemi sorar iseniz de gluteni kesmenin en güzel yolu bıçakla ya da makasla kesmek diyebilirim gönül rahatlığıyla. Hayatta bazı şeyleri çok da zorlamamak gerekiyor diyor ve karabuğdayın kendisini sevenlerine bağışlıyorum. Bizımla deyılsın karabuğday! 


Tüm bunlar olurken kediler fosur fosur uyuyorlar. Öyle güzel uyuyorlar ki benim de uykum geliyor. Benim sizden neyim eksik ki ha diyor, güne tatlı bir mola veriyorum. 


28 Haziran 2023 Çarşamba

Şaşkınca Çelınc

İkisinin de yattığı yer incitmesin, Ferhan Şensoy'un "Haldun Taner'den öğrendiğim bir şey var" diyerek anlattığı, meşhur bir anısı vardır yazarlık ve düzenli yazma üzerine. Üstat güzel güzel anlatıyor burada, ondan iyi anlatacak değilim ya, bizzat kendisinden dinlemek istersen hikayeyi tıkla, gelsin hemen.  İnternetim az şimdi, yerim de dar vaktim de, bir özet geçiversen a Şaşkınım dersen: her sabah düzenli olarak 6'da kalkıp, balkonunda daktilosunun başına geçerek 20 sayfa yazdığını; bunu nasıl ve neden yaptığını anlatır Taner'in. Kendine has nüktelerini de katarak.

Hikaye pek güzel, pek hoş; ya peki sebeb-i girizgahınız Şaşkın Hanım? Profesyonel yazarlığa mı soyundunuz da usta tavsiyesi icraya koyuldunuz? Tanımasak sizi ve maymun iştahlı bloglama hallerinizi inanacağız belki de. Her gün diyor, 20 sayfa diyor,  düzenli olarak diyor, alooo kime diyor? 

Bilemedim kaç vakittir ama çoook çok uzun bir zamandır sahip olamadığım bir "ben zamanını" tecrübe etmekteyim bu bayram tatilinde. Evde, bir başına, aylak aylak, iş bilgisayarını en minimumda açmaya gayretle, sadece ve sadece iki kedinin günlük bakımı sorumluluğu ile geçecek koskoca, tamı tamına beş buçuk günlük bir tatilimsi şeysi. Ne yapıyorduk biz sahi böyle zamanlarda?

Üstadın bu anısı durduk yerde mi düştü sanki aklıma? Vardır elbet bir nedeni. Hazır aylar sonra bir yazı ile parmaklardaki pası atmışım. Kalan bu beş boş günümün her gününe bir yazı çelıncı* mı yapsam mesela. Balkonum var mı var, denize bakmıyor ama iki, üç ağaç görüyor mu görüyor. Kuşlar da var; ötüyorlar cik cik, gak gak. Ha gerçekçi olalım, insan kendini bilmeli, günde 20 sayfa yazacağım yok. Onu bu işten para kazananlar yapsın. Her güne bir adet ve bir sıkımlık post yazısı çıksın yeter. 

Şaşkın'ın Seyir Defteri. Gün 1, Deneme 1...

Büyük bir hevesle çıkıyorum balkona. Sıcak... Çok sıcak... Beş dakika bile geçmeden üzerinden, bilgisayar, telefon, mouse ve dahi gözlük ne varsa masanın üzerinde cayır cayır yanmaya başlıyor. İçeri zor kaçıyorum. 

Boş kalan çocuğun aklına nasıl türlü türlü saçmalıklar üşüşür, Şaşkın da o hesap. Ani gelen bir dürtü ile perde yıkamaya girişiyorum. Aklıma bu noktada yine Valide Sultan geliyor ve ben bu yaşımda kendi kendimle başa çıkmakta zorlanırken bi de çocuk Şaşkın'la ömrünü törpüleyen zat-ı şahsına saygılarımı bir kez daha sunuyorum. 

Paralel Şule soktu bi kere kafama. Aha işte kanıtı da burada. O perdeler bugün o makineye girecek! Ev sahibinden kalan, zihni sinir bi sisteme sahip salon tüllerini o gün bugün de değil diyip pas geçiyor ve tatildeki ergenin odasına dalıyorum. Tek kanat tül perde. Çek çıkar, at yıka. O pıtı pıtı dönerken makinede sen otur yaz paşa paşa iki satır evin serin bir köşesinde. Ne zorluğu olabilir ki? Perdeci Beyin duvardan duvara korniş fantaazisi olmayaymış öyle olabilirmiş elbet.  İyi de ben bu perdeyi nasıl asmışım ki ilk tahlilde? Yatağın olduğu taraftaki korniş ucu duvara sıfır, sıfırdan az bi buçuk açıklık olan tarafta ise tabii ki önümde engeller, engeller. Geçirip Wonder Woman kostümümü üzerime, iteleye öteliye çekiyorum gardrobu perdeyi çıkarabilecek kadar. 

Perde makinaya girer girmez kendimi bilgisayarın başında değil mutfakta buluyorum. Eliminasyon diyeti yaptığım dönemde ısrarla pişirmeye çalıştığım ama yaptığım denemeler evde Covid testi** olmaktan öteye gidemeyen fermente çiğ karabuğday ekmeğinin yeni denemesinin ikinci aşamasına geçme zamanı. Geceden ısladığım karabuğdayların bu aşamada suyunu süzüp, bir cup su ile mutfak robotunda bızlatmam gerekiyor tarife göre. Suda 8 ila 24 saat arasında kalmalıymış, havanın sıcaklığına göre. Dün saat kaçta ıslamıştım tabii ki hatırlamıyorum. "Hava sıcak, olmuştur bu ya" değerlendirme kriterimle süzme aşamasına geçiyorum. 

Yine tarifin dediğine göre metal süzgü asla kullanmayıp, plastik ya da ideali silikon bir süzgü kullanmam gerekiyor. Plastik süzgümün delikleri geniş, silikon süzgüm yok elbet. Daha önce nasıl yapmışım ki bu işi? Düz ve delikli silikon bir kapak ve plastik süzgü kombosu ile bir şekilde kotarıyorum işi kotarmaya da mutfak robotuna en yakın büyüklük ve yetenekteki rondoyu bozmuş olduğumu hatırlıyorum. Aklıma el blendırı da gelmiyor, ve hatta yalanım yok, şu an şu satırları yazarken geliyor kendisi aklıma. Smoothie blendırı ile tüm buğdayları üç partide yapabildiğim kadar bızlatıyorum. Bızlatmak ne ilginç bi kelime. Bu kelimeyi kim bulmuş, kim söylemiş ilk defa merak ediyorum bir yandan. Yarı bızlatılabilmiş karabuğdayları fermente olurlar umuduyla, yine tarif sahibinin deyişiyle 8 ila 24 saat arasında, meçhul bir süre beklemek üzere  bir kenara alıyorum. Bu işlemi yaparken saat kaç diye bakıyorum ama tabii ki çok geçmeden kaçtı unutuyorum. 

Otur kalk, iki telefonla lak lak, bir şeyler ye iç derken ilk perde makineden çıkıyor. Çıkarmak zorduysa takmak daha da beter mereti. Gardrobu merdivenin girebileceği kadar daha itelemem gerekiyor. Selvi boyum yine de zar zor yetiyor. Parmak uçlarımda yükselip, boy fukaralığına ayrı, perde zulmüne ayrı sallayarak asıyorum. Sökerken kopan üç tane agrafa, takarken üç tane daha ekliyorum. Bu kadar çok agrafa gerek yok zaten, kurtarır elimizde kalanlar diyerek takmaya devam ediyorum. Kurtarmıyor tabii, ortalar hafif boşlukta kalıyor iki yerden ama oh tertemiz, mis gibi oldular işte, böyle de güzel züğürt tesellisi ile benim odaya ve sonra da küçük odaya geçiyorum. O tüller daha küçük ve kornişler daha makul olduğundan şipşak oluveriyor; çıkarması, yıkayıp asması. Buruşmayan tül seçimimden ötürü kendimi tekrar tebrik ediyorum. 

Tüm bunlar olurken kah orada kah burada yazmaya devam ediyorum. Akşam güneşin çekilmesiyle bir nebze serinleyen balkona tekrar geçip günün yazısını burada nihayete erdiriyorum.

Yarın görüşmek üzere... Mutlu bayramlar...


(Valide Sultan Özel Dip Not) Şaşkın Hanım ne diyor siz, anlamıyor ben... Bu ne ola ki dersen:

* Çelınc (aslı challange): Bildiğin "meydan okumak" tabiri ama işte böyle diyince daha artistik bişi gibi oluyor.  

** Karabuğday ekmeği yapmaya çalışırken Covid testi icad edişimin hikayesini okumadıysan daha önce ya da hatırlamak istersen tıkla hikayesi burada.



25 Haziran 2023 Pazar

Demlenen Nağmeler...

Aradan yine haftalar ve dahi aylar geçmemiş gibi gelip ilişeyim bir kez daha şuracığa. Bazen sadece susmak gerekir,  başkaca bir nedeni yok. 

Yazmayınca elimi eteğimi tam çekiyorum buralardan. Bari onu yapmasam iyi olacak ama o da memleketten hallice, parçalı bulutlu ruh halimi koruma, savunma mekanizması belki de. Derdi, tasayı, kaygıları bir kenara atıp içine daldığım paralel evrenimde hayat, neşeli kelimelerin nağmesinde devam etsin istiyorum. Hal böyleyken; her daim kaldığı yerden, yargısız, sorgusuz, sualsiz devam eden konu komşu blog ahbaplığı oluyor eninde sonunda dönmeme sebep.

Biz 70 kuşağı ne çok şeyi bekledik de gelmeyen mevsimleri beklemek mi oldu acaba en çok acıtan? Ne kış kış gibi geçti, ne bahar bahar gibi. Yaz da yaz gibi olmayacakmış derler, El Niño sağ olsun sebep. İklimler bile trollüyör bizi bak, hüznümüze habire yağmurlar yağdırıp cahilliğimize gökkuşakları açtırarak.

Balkon sezonunu açtık sanki artık gerçekten bu defa. Güneş çapkın çapkın gösterse de arada yüzünü, rüzgar usul usul ben de buradayım diyor. Saha, pardon balkon, oturup yazmaya elverişli. Muhafızlarım ve ben hazır ve nazırız. Üzerimizde ayların kelimelerde demlenmişliği. Karganın gak demesiyle başlıyorum yazmaya. Muhafızlar ise önce kucak, sonra masa örtüsü kavgası yapıp ardından balkon kenarlarında fink atıyorlar bir süre. Arada kuşlara gırtlak senfonileri ile karşılık verip, güneş banyolarını da yaptıktan sonra her biri ayrı bir köşeye çekilip uyku mesailerine geri dönüyorlar.

Onlar uyur benim ADHD durur mu? Otur kalklarım arasına cümleleri sıkıştırıyorum. Bir kahve demliyeyim diye kalkıyorum, bakıyorum tuvaletteyim. Dışarıdan gelen motor sesi de dinmek bilmedi, şöyle bi dolanıp içerde geleyim diyorum, yapıp da yaptığımı unuttuğum kahveyi alıp geliyorum. E karnım da eksik kalır mı, acıkıyor. Öğlen olmuş da geçmiş bile. 

Makarna haşlanırken balkonda kedilerin dağıttığı geri dönüşüm poşetlerini toparlıyorum. Zihnimde biriken cümleleri alıp yerlerine yerleştirip mutfağa dönüyorum. Makarnanın suyu köpürmüş, taştı taşacakken tencerenin üzerine tahta kaşığı bırakmak suretiyle olaya müdahale ediyorum. Makarna salatasına en nihayetinde malzeme olacak, iki günlük haşlanmış tavukların kokusunu alan miskin köftehorlar uyanıp mutfak kapısında nöbete duruyorlar. Ganimetlerini bir oturuşta gömüp artık iyice ısınmış havadan kaçacakları yeni bir köşe arayışına geçiyorlar. Yüksekleri seven Köpük barbekü bacasının kenarını tercih ederken, Yuki kucağımı seçiyor. Bu seçim ikimize de duble sıcak olarak yansırken kendisinin bundan hiç şikayeti yok görünüyor. 

Hava iyice ısınıyor, artık bırak hafif rüzgarı yaprak kımıldamıyor. Muhafızlarım hadi artık bitir işini de gir içeri, biz de çökelim üzerine diyen acıklı bakışlar atıyorlar. Haklısınız diyorum. Bazen zamanında bırakmayı bilmeli insan. Ben Şaşkın, gidiyorum.



23 Ocak 2023 Pazartesi

Güne Yazılan

Sevgili Günlük,

Yokluğumda hiç kitap okumadım. Çokça çalıştım. Çok, çok yazdım, ve hatta rüyalarımda bile. Hepsi ciddili konulardı, yerini dolduramadı; kendimden sıkıldım, seni özledim. Arada maniler düzdüğüm oldu da taze yaşanmışlıklara, kalemim aklıma yetişip beni sana getiremedi. Güzellerdi de halbuki, kesin severdin. 

Yeniden öğrenci olmuştum ya hani; kaşla göz arasında, nasıl oldu anlayamadan, ikinci yılını yarıladım. Haklısın, okul maceraları serisi hızını almış gidiyordu, yazsam ne iyi olurdu da işte, olmayınca olmuyor. Ya da nicedir her türlü konuya uyarlamaya çalıştığım beş yaş Küçük Ördek felsefesi ve ifadesi ile "arkadan gelemezsen önden geleceksin Elif, yapcak bişiy yok." Aha beş yaş dedim bak, burası çokenemli. Türkçenin elastikiyetine girmeyesin cık cık. Küçük Ördek burada denize çağırdığı, ancak annesi arkadan gidersin diyip gitmesine izin vermeyince "arkadan gelemem" diye ağlanarak serzenişte bulunan arkadaşına inceden ayar vermektedir. Önden yazamadım işte ve hatta arkadan da, yapcak bişiy yok, şimdi iliştirsem buraya bir iki kelam... Fitopatoloji, entomoloji falan okuyacaksın, bi de üstüne seveceksin deseler inanmazdım belki ama ne yalan söyleyeyim hoşuma da gitti. Keşke bi de çalışsaydım az biraz. Yine yine yeniden son güne bırakılan, dur bi çıkmış soruları çalışayım, iki şarkı, bir türkü ile ezberler yapayımla girmeyeydim finallere. Bi de notlarımı ikinci defa bakma şansı bulamadan Yuki'ye yedirmeyeydim...

Şimdi bunu örgün öğretimde hocaya istesen de anlatamazsın.
-Ödevin nerde çocuğum? -Kedi yedi örtmenim. -Evladım dalga mı geçiyorsun sen benimle?:))

"Sadece emin olduğun ve geçmene yetecek kadar soruyu yap ve çık, gerisini kurcalama" diye diye bi hal olan iç sesimi en nihayet bu son sınavda pek bi dinledim sanki. Hatta biraz fazla dinledim. Dinlemeyeydim hissi kablel vuku yöntemi ile yapıştırıp geçeceğim garanti bir kaç sorunun tahmin ettiğim cevabı sonradan doğru çıktı da, son anda dayanamayıp bırkaladığım tek soru taktir edersin ki yanlış çıktı. 

Evde asayiş genelde berkemal. Kediler hala kavga ediyor. Yuki hala şişman ve yaramaz, Köpük ise zayıf ve üzerine orta yaş durgunluğu çökmüş bir kontes. Evimizin müstakbel ergeni artık resmen ergen. Kapalıdır her daim odamın kapısı, saçlarım şekil, üst başım kombin, ben bilirim bilirim...

Geçen bir mercek bulut ki tüm şehri ayağa kaldırdı. Uzaylılar gelse inan bu kadar konuşmazdık. Keşke gelselerdi, tüm dünyayı kabus gibi saran iki senenin üzerine bi de dünya gözüyle onları göreydik diye düşünmedim değil ama gezegenleri ve hatta galaksileri aşıp da gelecek kadar akıllı canlıların burada ne işi olurdu? Altı üstü bulutmuş, gene göremedik zatı şahanelerini. Olsundu, kısmetse bi sonrakine.

Peki ya insan eliyle üretilen pek çok şeyin eril fallik formuna karşılık doğanın her seferinde buna dişil bir enerjiyle cevap vermesine ne demeli?

Valide Sultan geldi bi de, evimiz şenlendi. Nicedir yemek pişmeyen evimizden yemek kokuları yükseldi. Yalnız sabah sabah yatakta en picamalı ve kedili halimle beni feysbuk sıtorilerinde paylaşmayaydı iyiydi. O hiiiç bişi yapmamış, bi tek resme dokunmuş ne olduysa kendiliğinden olmuşmuş. Sadece bir görüntüleme ile kurtardık kurtarmaya da buradan sayın yetkililere seslenmek isterim: Rici idirim, Feysbuk anneleri kapatılsın. 

Ve bugün 23 Ocak sevgili günlük. Babam 23'ünde, 23 yıldır hep 71 yaşında. Bitmeyen bir özlem geride bıraktığı. Nurlarda, huzurla uyu güzel babam.  


Şarkının orijinalini dinlemek istersen:

Neredesin - Mustafa Sandal

Etiketler

#100.Yıl #29Ekim (1) #ağacımadokunma (1) #AilemizinGurusu (1) #anılar (7) #ArtRecreation (1) #ayrıyazılır (1) #bavulculuk (2) #benimadam (2) #BigSis (1) #bing #ai (1) #Caillou (1) #canımbabam (1) #coronatürmort (1) #Covid19Günceleri (3) #Dark (2) #dikkateksikliğisendromu (4) #doğruyazınkardeeeşim (1) #doğumgünü (3) #GameofThrones (4) #GeorgeR.R.Martin (5) #göçebe (6) #göçmenkadınlar (1) #gurbetçilik (7) #hemşire (1) #hemşirelik (6) #Hıdırellez (2) #içindenalmanyageçenyazılar (5) #İçindenAlmanyageçenyazılar (3) #içindenciddiyetgeçenyazılar (18) #içindenfilmgeçenyazılar (2) #içindenhüzüngeçenyazılar (1) #içindenistanbulgeçenyazılar (4) #içindenizmirgeçenyazılar (7) #İçindenMatrixGeçenyazılar (14) #içindenmizahgeçenyazılar (69) #içindenmutlulukgeçenyazılar (6) #içindenromanyageçenyazılar (2) #içindenşarkısözügeçenyazılar (31) #içindenşiirgeçenyazılar (17) #ileridönüşüm (2) #kafamaneredenesersekuşağı (5) #karantinahalleri (3) #Kayu (1) #kedigünlükleri (4) #kendimenotlar (8) #kim-olduğunu-bilirsin-sen (5) #küçükbirader (2) #küçükergen (9) #küçükkankam (7) #küçükördek (20) #lakap (1) #lost (1) #Marduk (2) #mercekbulut (1) #mim (10) #mindfulness (1) #mutluluk (2) #mylittlefeltstuff (4) #özürdilerimsezenaksu (1) #RIP (11) #seçmesaçmalar (1) #sevgiligünlük (1) #sevgililergünü (2) #SeziKalkavan (1) #soneryalçınlütfenbanakızma (1) #sonhavabükücü (2) #sonsuztemizlikdöngüsü (5) #şaşkın (41) #ŞaşkınınADHDGünlüğü (7) #ŞaşkınınAÖFmaceraları (10) #ŞaşkınınBayramÇelıncı (4) #şaşkınınsevgililergünüdileği (3) #şaşkınjunior (1) #şaşkınmutfakta (6) #tatil (1) #telekom (1) #uykusuzluk (1) #ValideSultan (18) #vallahidebunlarhepmizah (1) #yapayzeka (1) ArtRecreation (1)